Sayfalar

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Toplu Kitap Paylaşımı:) * Eskiden Okuduklarım -7-

Okuduğum kitaplar arşivimdeki notları ara ara sizlerle paylaşıyorum. Hepsini bitirmek zaman alacak. O yüzden bu sefer toplu bir paylaşım yapmak istiyorum. Kısa alıntılar yaptığım bir kaç kitabı birlikte sunuyorum sizlere:)
Kitapları okuduğum tarihler 2002 ve 2003.



*** Farklı bir atmosfer. Eski zamanlarda geçen bir hikaye. Araba Sevdası ama bildiğimiz motorlu araçlar değil tabii ki:)) Fayton tarzı, atların çektiği, süslü arabalar. Kitapta zorlandığım nokta sürekli Fransızca cümlelerin kullanılmış olması. Sayfa sonlarında Türkçe karşılıkları var ama okumayı zorlaştırıyor.
Okuduğum tarih: 15 Kasım 2003


ARABA SEVDASI


Yazarı: Recaizade Mahmut Ekrem
Yayın Hakları: Boyut Matbaacılık A.Ş.
-         1.basım

Yazar Hakkında Bilgi= (1874-1914) Recaizade Mahmut Ekrem ortaöğretimini Beyazıt Rüştiyesi ile Mekteb-i İrfan’da tamamladı. Harbiye İdadi’sindeki öğrenimini yarıda bırakarak Hariciye Nezareti Mektubi Kalemine girdi (1862). Burada Leskofçalı Galip, Hersekli Arif Hikmet, Namık Kemal gibi dönemin düşün ve sanat adamlarıyla tanıştı. Fransızca öğrendi. Daha sonra Vergi Umumi İdaresi Kalemi’nde, Devler Şürası Muavinliği ve üyeliğinde, Mülkiye Mektebi’nde ve Galatasaray’da edebiyat muallimliği görevlerinde bulundu (1866-1885). Kısa süre evkaf nazırlığı görevinden sonra ayan azalığına seçildi. Bu görevdeyken öldü. Namık Kemal’in Avrupa’ya kaçtığı zaman Tasvir-i Efkar’ı (1867) yöneterek gazeteciliğe başlayan Recaizade, şiir, roman, oyun, edebiyat tarihi türlerindeki eserleriyle yenilik edebiyatının temsilcilerinden oldu. Eskiye bağlı yazarlarla yaptığı tartışmalarla ün kazandı. Hamit’in, daha sonra Tevfik Fikret’in girişimlerini destekledi. Şiirlerinde genellikle bireysel temaları işledi. Betimlemelerde yabancı sözcük ve tamlamalar kullandı. ‘Muhsin Bey’ ve ‘Şemsa’ adlı uzun öykülerinin Nazım Kemal üslubuyla yazılmış şairane tasvirlerle dolu, basit öyküler sayılmasına karşılık gerçekçi bir yöntemle yazdığı ‘Araba Sevdası’ ilk başarılı roman örneklerinden biri olarak kabul edildi.

       Eserleri: Afife Anjelik (oyun, 1870) Nağme-i Seher (şiirler, 1871) Vuslat yahud Süreksiz Sevinç (oyun, 1874) Talim-i Edebiyat (edebiyat ve sanat yazıları, 1879) Zemzeme (şiirler, 3 cilt, 1883-1885) Takdir-i Elhan (1883) Muhsin Bey yahud Şairliğin Hazin Bir Neticesi (uzun öykü, 1889) Şemsa (uzun öykü, 1896) – Araba Sevdası (roman, 1896) Nijat Ekrem (şiirler, anılar, 1911) Çok Bilen Çok Yanılır (oyun, 1914)

‘Araba Sevdası’ Romanının Konusu: Konu, babadan kalma servetini batılı yaşayışa özenerek pervasızca harcayan küçük yaştan beri yanlış yolda eğitilen bir gencin aşkıdır.
         Araba Sevdası, eski vezirlerden birinin çocuğu olup küçük yaşta babasını kaybetmiş, anne elinde düzenli bir eğitim görmemiş, daha çok paralı hocaların ciddiyetten uzak dersleriyle uğraşmış, konak hayatı içinde sıkışıp kalmış ve bu yüzden de hayatın gerçek yönlerini tanıyamamış, üstelik bir de dönemin Fransız yaşayış tarzına ve modasına kendini kaptırmış bir gencin, Bihruz Bey’in romanıdır. Bu hayat tarzını renklendirmek için de iki esas unsur seçilmiş: Araba sevdası ve aşk. Bu iki unsur, birbiri ile sıkı sıkıya bağlıdır. Bir anlamda araba sevdası, Bihruz’un aşkını doğurur. Böylece Bihruz’un hayatı bir üçlü kısır döngü üzerine oturtulmuştur. Konak hayatı, batılı yaşayış tarzının sergilendiği seyir yerleri (araba modasının yaygın olduğu Çamlıca sefaları ve Beyoğlu) ve aşk hayatı.
         Dönemin modası olan araba sefası, Bihruz’un konaktan daha geniş çevreye açılmasını sağlar. Çamlıca Millet Bahçesi, onun aşkı için uygun bir zemin olur. Vak’a boyunca olaylar zinciri bu üçlü çerçeve içinde gelişmesini sürdürür. Böylece romanın ‘ana düğüm’ü, ‘babadan kalma gelirini batılı yaşayışa özenerek bol keseden harcayan ve İstanbul’un gözde mesirelerinden Çamlıca Bahçesi’nde karşılaştığı sıradan bir kadına, Perveriş’e ilk görüşte aşık olan Bihruz Bey’in yeni yeni gelişecek olaylar içinde sonunun ne olacağı’ biçiminde atılır. Bu aşk unsuru içine bir de Keşfi Bey’in yalanları eklenir. Bu yalanlar, Bihruz’un romantik aşkını kamçılar, bundan ötürü ağıtlar düzülür. Romanın sonunda gerçek sevgili ile yüz yüze geliş sergilenir. Ancak bu, bir kazanç değil kayıptır. Hem de üçlü bir kayıp. Şöyle ki babadan kalma servet yok olmuş, süslü ve gösterili arabaya alacaklılar el koymuş, daha acısı aşkı, sevgilisi tarafından alaya alınmıştır.
     
   ‘Araba Sevdası’ Romanıyla İlgili Değerlendirme ve Eleştiriler –
        ‘Araba Sevdası’ Namık Kemal’in ‘İntibah’, Ahmet Mithat Efendi’nin ‘Felatun Bey ile Rakım Efendi’den sonra, üzerinde en çok durulması gereken üçüncü Tanzimat Romanı’dır. Recaizade’nin otuz yaşlarında yazdığı, kırk dokuz yaşında yayımladığı bu roman; İstanbul’un renkli karakterlerini, eğlencelerini, mesine yerlerini, alafrangalığa özenen züppeleri, özellikle Abdulhamit döneminin paşazadelerini, zevk özelliklerini gerçekçi bir gözlemle yansıtmaya çalışır. Yaşam izlenimlerinden çıkarılmış gibidir. ‘Şemsa’ ile ‘Muhsin Bey’ uzun hikayelerinden sonraki ustalığını gösterir. Romantizmden realizme geçen ilk romanımız sayılır. Yöresel, yergiseli töresel yanları ağır basar.
                                               Seyfi Kemal Karaalioğlu

‘Eserde, Batılılaşmayı hazmedemeyen züppe tipi verilmiştir. Romanın kahramanı Bihruz Bey, birçok noktalarda, Ahmet Mithat’ın Felatun Bey’ine benzemektedir. Vak’ası 1869 yılında geçen eser, gözlemlere dayanılarak, realist bir yöntemle yazılmıştır.’
                                       Cevdet Kudret

‘Romanda mevzu basit ve şahıslar çok az olmakla beraber, mevcut şahısları hakiki mevcudiyetleriyle bize tanıtmaya çok muvaffak olmuştur. Ekrem Bey’in başka yazılarındaki üslubunda görülen tekellüf bu romanın üslubunda görülmez. Alafrangalığa özenen bir gencin gülünç hayatını tasvir ederken, çok hakiki sahneler meydana getirmeye muvaffak olmuştur.’
                                               Agah Sırrı

‘Muharrir, oldukça zengin ve beyinsiz bir delikanlının geçirdiği bir aşk macerası etrafında günün terbiye meseleleri, hususi ders veren ecnebiler, alafrangalık merakı gibi devrin içtimai dertlerini toplar. Yalnız kitabın bir kusuru vardır; o da Ekrem Bey’in hiç yapamayacağı işe, hiciv ve mizaha merak etmesidir. Bu yüzden üslubu beyhude yere ağırlaşır ve roman hızını kaybeder.’
                                        Ahmet Hamdi Tanpınar

‘Romanda, gerek vak’a, gerekse karakterler tamamiyle tabii ve yerlidir. Karakterlerin ve olayların tasvirinde realizme son derece sadık kalınmış ve Türk romanında 1880’de yer almaya başlamış olanı realist eğilime başarılı bir örnek kazandırılmıştır. Ancak, eserin yazılmış olduğu sırada yayımlanmamış olması ve hatta tamamiyle romantik karakterdeki iki hikayesinin (Muhsin Bey, Şemsa) daha önce yayımlanmış bulunması, yazarın bu yönünden tanınmasına imkan bırakmadığı gibi, realizmin Türk romanında yerleşmesinde de tesiri olamamıştır.
                                               Kenan Akyüz

        OKUYUCULARA-

Biliniyor ki insan eğlencesiz yaşayamaz. Ben kulunuz gibi yalnızlığı sevenler içinse okuma ya da yazmadan iyi eğlence olamaz. Şu kadar ki, bu biçimde sürekli uğraşı ve özellikle ağırbaşlı olunca yorgunluğuna katlanmak olası değildir. Böyle olunca yoğunluğu az, eğlencesi çok uğraşlar aranmak doğaldır. İşte bu gereksinimin itişiyledir ki, arasıra böyle şeyler yazarak vakit öldürmek zorunda kalıyorum.
İyi bilirim ki içimizde bu türlü uğraşları, örneğin satranç oynamaktan on kat gereksiz, bahçe kazmaktan on kat yararsız sayanlar az değildir. Belki bu yargı doğrudur. Neye yarar ki ben satrancı merak edemedim, bahçe kazmaya ise mevsim elverişliliği yok.
‘Muhsin Bey’ öyküsü hiçbir şey değilken, okuyanlarca epey ilgi gördüğü için, bu öykünün de yayımlanmasına cesaret edildi. Niyetim, bunları birkaç parçaya ulaştırmak ve ondan sonra daha büyüklerini de yazmaktır.
İnsanlıkla ilgili olarak her gün çevremizde geçen uyarıcı olaylara ve ortaya çıkan durumlara şiir ve felsefe açısından bakılırsa; hepsi az çok hazin görünür. Bunlardan birtakımının acıma ağıdı ile, öbür kesiminin şaşkınlık gülümsemesi ise karşılanmasındaki ayrım, olayların özündeki acılığa değil, değerlendirme koşullu olan büyük küçük öyküler ise insanlık olaylarının ve durumlarının uyarıcı birer aynasıdır.
Bu görüşe göre ‘Muhsin Bey’ öyküsü, okurlarca ağlanacak şeylerden görülmüş olmakla birlikte, bu ‘Araba Sevdası’ gülünecek durumlardan sayılsa gerektir. Ancak dikkat edilirse bu, ondan elbette daha çok üzgülü, elbette daha çok acıklıdır.
                                               İstinye,
                                      16 Kasım 1305 (1889)
                  Recaizade Mahmut Ekrem

SON SÖZ –

‘Recaizade Ekrem’in Araba Sevdası romanı, yalın bir realist metodla ele alınmış değildir ve doğrudan doğruya realistlere bağlanma iddiasında da değildir, fakat kuruluşu, mevzuu, tipleri, psikolojik tahlilleri, tasvirleri bakımından Türk realist romanına önemli bir örnek teşkil edecek mahiyettedir.’
                                                        Güzin Gino

‘Recaizade Bihruz Bey’de bir alafranga züppe tipini canlandırırken, ilk kez, bu tipin iç dünyasını da vermeye çalışıyor. Bihruz Bey’i yalnız giyimiyle kuşamıyla değil duygularıyla, düşünceleriyle de betimlemeye çalışır. Bunun için o zamana kadar edebiyatımızdaki görülmeyen yeni teknikleri kullanıyor: Gerçekçi betimlemeler, iç monolog ve giderek bilinç akışı tekniği.’
                                                        Fethi Naci




                                               BAŞIM BELADA
                                                                 
2002 yılında Moda'da Fazıl'la  dolaşırken Başım Belada’yı bir tezgahta görüp şaşırdığımı hatırlıyorum çünkü kitaptan hiç haberim yoktu. Merakla hemen almıştım:)
        
Kitaptan Alıntılar,

Kitapta dikkatimi, ilgimi çeken yerleri fosforlu kalemle belirledim. Bunlardan en çok hoşuma giden birkaçı;

Hasan Hüseyin Demirel’in Nazlı, Ahmet Kaya’nın da Çiğdem adında göremedikleri kızları vardı. Hasan Hüseyin Demirel anlatıyor: Eşlerimizden boşanmıştık, göremediğimiz çocuklarımız vardı. Hatta bir konserimizi de onlara ithaf ettik. – Kayaların dibinde bir Nazlı Çiğdem – koymuştuk konserin adını.

Kaset gerçekten inandıkları gibi büyük bir patlama yapmıştı. Bu patlamaya müzik piyasası da şaşırmıştı. Belki şaşırmayan sadece iki kişi vardı: Ahmet ve Gülten.

Onun tek isteği vardı, müziğiyle uğraşmak. Bunun da tek yolu vardı, başka işte çalışmamak.

Sürgün gittiği diyar için, - Yağmurlarını bile tanımadığım – bir şehir diyordu. – İçkisini bile sevemediği bu diyarda...
Okuduğum tarih: Eylül , 2002

Yazarı: Ferzende KAYA

Yayın Hakları: Anka Yayınları
-         5.Basım, Ağustos 2002

Yazar Hakkında Bilgi= Ferzende Kaya, Van / Başkale doğumlu. Gazeteciliğe lise yıllarında başladı. Uzun süre OHAL Bölgesinde görev yaptı. Aralarında, AA, Politika, Selam, Nokta, Radikal / Ekler, Yeni Gündem, Öküz ve Turkısh Daily Newsin de bulunduğu çok sayıda kurumda çalıştı, yazdı. Kürt sorunu, insan hakları ve Orta Doğu üzerine çok sayıda araştırması yayınlandı. Medya eleştirmenliği ve müzik yazarlığı da yapan Kaya, halen USA Newport University’de İletişim Psikolojisi üzerine yüksek öğrenimini sürdürüyor.

SON SÖZ –

Ahmet Kaya bir şarkıcıydı. Çocuksuydu. Öfkeliydi. Yaralıydı. Ve hayatının son döneminde yağmurlarını tanımadığı şehirlerde yalnızdı. Dilini bilmediği bir şehirde, karısının ve kızının kolları arasında öldü. Çabucak öldü. Bir çocuk gibi öldü. Daha önce sürgünde ölenler gibi yalnızlığıyla parçalanarak öldü. Tanımadığı bir ülkenin topraklarına gömüldü. Artık bacağı kırık mangalını yakamayacak, dostlarıyla rakı içemeyecek, doğduğu toprakları bir daha göremeyecek. Bir daha şarkı söyleyemeyecek. Ah keşke şarkı söyleyebilseydim. Kürtçe bir şarkı söylerdim onun için. Yalnızlık üzerine bir şarkı, ölüm üzerine bir şarkı. – Şarkı söyleyen çocukları sevin - diye bir şarkı. – Ben öldüğümde kimse memleketimi sevmediğimi söylemesin – diye vasiyet eden birini anlatan bir şarkı. Kürtçe bir şarkı söylerdim onun için. Eğer şarkı söylemeyi bilseydim. O, şarkı söylemeyi biliyordu.
                                                                  AHMET ALTAN



ALDATMAK

Allah kimseyi şaşırtmasın. (AMİN)

Kitaptan Alıntı,

* İspanyolların bir atasözü var, çalışmak insanın değerli vaktini harcamasıdır, derler.

Okuduğum tarih: 1 Kasım 2003


Yazarı: Ahmet ALTAN
Yayın Hakları: Can Yayınları
(canyayinlari.com)
-         1. basım: Eylül 2002 – 50.000 adet
-         2. basım: Eylül 2002 – 50.000 adet
-         3. basım: Ekim 2002 – 50.000 adet
Türü: Roman     /        239 sayfa
Yazar Hakkında Bilgi= Bknz. 1. defter İsyan Günlerinde Aşk

SON SÖZ –

        ‘Onunla bir kere daha buluşması, yaşadıklarını bir kaçamak olmaktan çıkaracak, kendisini bir labirent gibi içine alıp bu yaşananları bir daha kolay kolay dışına çıkılamayacak bir maceraya dönüştürecekti. Bunu hissediyordu. Kaçacaksa şimdi kaçmalıydı, daha sonra çok geç olacaktı. Böyle olacağını hissettiği, hatta bildiği halde kaçmak istemiyordu. Yaşadıklarının yarattığı heyecan ve zevk kadar, hatta belki de daha çok, bundan sonra neleri yaşayacağına dair içindeki merak, kaçmasına izin vermiyordu.’
         Bu kitabı okuduktan sonra hayatınıza ve ilişkilerinize bir kez daha bakacak, hepsinin size şimdi çok daha değişik göründüğünü şaşırarak fark edeceksiniz.
         Aşkı ve insanı pek az yazar onun gibi anlatabildi…
                                    


ANNE KAFAMDA BİT VAR

Yaşanmış olaylar anlatıldığı için gerçekten ilgimi çekti. Tarık Akan’ın senelerdir bir sürü filmini seyreden bir kişi olarak, başından geçenleri okumak çok çarpıcı geldi bana.

Kitaptan Alıntılar,

Tarık Akan hapisten çıktığı an;
    Yanıma eli tüfekli bir er geldi: - Ne o hemşerim, ne bekliyorsun? –
-         Ne yana gideceğim, onu düşünüyorum -, dedim. Eliyle şöyle – SOL – yanı, yukarıyı gösterdi.Üsküdar’a doğru yürümeye başladım.

  Okuduğum tarih: Ekim , 2002


Yazarı: Tarık AKAN
Yayın Hakları: Can Yayınları
-         1.Basım: 2002
-         2.Basım:2002
Türü: Anı

SON SÖZ –

- Sana hiçbir şey olmayacak, göreceksin bak . Elini kolunu sallayarak dışarı çıkacaksın. – Uçak havaalanına yaklaşırken Müjdat ( Gezen ) beni yatıştırmaya çalışıyordu. Onu duymuyor gibiydim. Tutuklanacak olursam onun neler yapması gerektiğini düşünmeye çalıştım; tanıdık birkaç kişinin adını saydım. – Onları hemen ara, avukatımı devreye sok -, dedim; bir de bütün gazeteleri aramasını tembihledim. Durduk. Herkes hareketlendi, ben bir türlü yerimden kalkmak istemiyordum. Gönülsüz, ağır hareketler ediyordum. Müjdat’a döndüm: - Beni götürürlerse bavulumu sen al -, dedim. – Bavulla şubeye gitmek istemiyorum. Yan ceplerinden birinde telefon defterim var, onu yok et… -
Sinema sanatçısı Tarık Akan, 80 askeri darbesinin hemen ardından, 1981 başlarında Almanya’da yaptığı bir konuşma yüzünden yurda dönüşünde tutuklanır. Bu tutuklamanın nedeni,sağcı bir gazetenin manşete çıkardığı yanlı ve yalan haberdir. Böylece, uzun bir yargılanma süreci başlar. Siyasi Şube, sorgulanmalar, itilip kakılmalar, aşağılanmalar, soğuk hücreler, bitli – fareli koğuşlar, sağcılar, solcular, devrimciler, TKP’liler, idamlıklar… Ününün doruğundaki Tarık Akan’ın aylar boyu içinde bulunacağı ortam budur. Uzun zaman sonra aklanıp özgür kalan Tarık Akan, aradan yıllar geçse de o günlerin baskılarını, acılarını unutamaz; tek çıkış yolu, yaşadıklarını yazıya dökmektir. Anne Kafamda Bit Var, o karanlık dönemin bir tutanağı gibi. Son yirmi yıldır toplumsal içerikli filmlere yönelen ünlü sinema adamının az bilinen bir yönünü ortaya çıkaran anılarda ayrıca Şerif Gönen’den Atıf Yılmaz’a Orhan Apaydın’dan Barış Derneği Davasına kadar pek çok tanınmış ada ve önemli olaya yer verilirken, Yılmaz Güney cezaevindeyken gizli saklı çekilen Yol filminin bütün serüveni de dile getiriliyor.

                                    


                                 
  ASLINDA ÖZGÜRSÜN

Çok hızlı okunabilecek tarzda bir kitap.

Kitaptan Alıntılar,

* Bir Alman tüketici dergisi araştırma yapmış, 55 saç boyası için olumsuz rapor çıkmış. Bütün örneklerde, kansorejen ve alerjik, kısırlığa yol açabilen, deri tarafından emilebilen fenildiamin maddesine rastlanmış. Saç boyamaya ne kadar erken başlanırsa kanser riski de o kadar artıyormuş. Toluyen bilmem ne diye bir madde kullanılıyormuş, bu da bakterilerin genetik yapısını değiştiriyormuş.

* Hayatım tadını çıkart, uyku yarım ölümdür.

* Zaten zor ya da tuhaf şeyleri yaşarken bir süre sonrasını düşünsek, daha rahat davranabiliriz. (En sinir şeyler bile, üç beş ay sonra konuşurken nasıl değerini yitiriyor. Ölümüne kazaları bile sonradan gülerek anlatmıyor muyuz?)

* Aslında garip olan ne biliyor musun? Dünya hızla değişiyor, Globalleşmeymiş, küreselleşmeymiş, iletişimmiş, teknolojiymiş, her şey değişiyor. İnsan davranışları bile değişiyor. Değişmeyen tek şey evlilik. Evlilik kurumu dünyanın hiçbir yerinde değişmiyor.Olduğu gibi, aynen kalıyor. Bu nasıl oluyor? Batıda da kadınlar hala evlenmek, bir yuva kurmak istiyor. Burada ise her şey bin yıl öncesi gibi. O imzayı atmadan sevişememek, o imzayı atmadan doğuramamak, o imzayı attıktan sonra boşanmadan korkmak…Bu kadar demode, çağ dışı şeyler hala önemli. Çiftler, o ilk heyecan bittikten sonra, böylesine sıkıcılaşan ilişkinin asla düzelemeyeceğini biliyorlar aslında. Bir kıskaç, baş edilemeyecek bir kaos. Bugünkü aklım olsa… Ne kadar gereksiz bu kadar sorumlu, ama bu kadar değersiz hayatı yaşamak.

* … - Hep ikinci planda olmayı kabullenmek, hep uyum göstermek, hep karşındakini pohpohlamak ve kendini asla kavga etmemeye, sesini bile yükseltmemeye programlamak mutluluksa mutluydum – dedi. Bana anneannen böyle öğretmişti, bende onun dediklerini aynen yaptım. Bu kadar silik olmayı kabullenmek, hep onun arkasında durmaya katlanmak, evlendikten sonra bankadan ayrılıp, onun yükselmesi için çabalamak için tek nedenim vardı, onun dürüstlüğü, asla yalan söylememesi, o içimdeki güvenle evet belki mutluluktan uçmuyordum, ama huzurluydum, dedi. Tam kocasının ölümünü kabullenmiş, onun acısını içine bastırmaya karar vermişken, kıyasıya aldatılmış bir kadın oldu. (Kocası öldükten sonra eşinin yıllardır birlikte olduğu bir sevgilisi olduğunu öğreniyor. Aşk mektuplarını buluyor. Daha sonra o kadınla tanışıyor. Çok iyi dost oluyorlar ve birlikte seyahatlere çıkıyorlar.)

* Sonra dans etmeye başlıyorum. Kendi kendime, kendim için. Çılgın gibiyim, tam bir çılgın. Başım, kollarım, ellerim, kalçam, bacaklarım, sanki her biri bir enstrüman, sanki müzik benim, ben.

* Aldığın keyif mutsuzluklarının üstündeyse yaşa, ama mutsuzluklar keyfe ağır basıyorsa, çek git.

* Yuva dedikleri şey ne? Asık suratlı insanların bir araya gelip hiç konuşmadan, hatta saygısızca, yaşadıkları dört duvarsa eğer neden yıkılmasın?

* Hem denizle bire bir, Boğazı yaşıyorsun doya doya…

* O zaman, gideyim yatak odasına diyorum, yorganı üzerinden çekip alayım, kolundan tuttuğum gibi kaldırayım, - Dinle beni dinle Erkan – diye bağırayım. –ben rolümü bırakıyorum, bırakıyorum başkası oynasın ya da bu karakter bitsin bu oyunda. Hem zaten yönetmen kim? Kim karar verecek buna? Bana verilen rolü daha ne kadar oynayacağıma, üstlenmek istediğim rolleri başarıp başaramayacağıma… Kim karar verecek? Var mı bizim oyunumuzun bir yönetmeni? Bana bu rolü kim biçmiş, söyler misin kim?
Bayan Nihal ile Bay Hayri mi? Onlar mı söylemişler,
İyi bir adam bul evlen, evlilik çok önemlidir okulu bırak, sonra bir bebek yap, kendini ona ada… Eşinin başarılı olması için elinden geleni yap, o yükselsin, büyüsün, bir başka alemde çok mutlu olsun, senin heyecan, başarı, hareket araman gerekmez, işte mutluluk bu, seni artık evin vazgeçilmez bir eşyası gibi gören adamla, güzel bir ev ve yetişmiş bir oğlan çocuğuyla yaşayacaksın ömrünün sonuna kadar, ben ne yaptım, kimim ben diye kendini sorgulamana gerek yok, evinin kadınısın, kocanın eşisin, oğlunun annesisin, yeter bunlar sana.
         Buna Nihal Hanım ve Hayri Bey karar vermemişse kim vermiş?
         Yandaki, üstteki, alttaki komşular mı bana bu rolleri biçmişler? Amcam mı, teyzem mi, halam mı? dayım mı? Sen mi bana bu rolü biçtin Erkan? Kim? Niçin? Nasıl?
         Yoksa… Ben mi? Kendim mi?
         Orada bir adam var içerde…
         Onunla konuşmak istiyorum. Bana saygı duysun, hayran olsun istiyorum. Beni özlesin, benimle delice sevişsin istiyorum.
         Onunla el ele yürümek, sinemada öpüşmek istiyorum.
         - Bugün ne yaptın? – diye sorsun istiyorum. Ben anlatayım da o da hayret etsin istiyorum.
         Şurada bir adam var yanı başımda, hepsi bu… Sadece var …
         Ben bu rolü istemiyorum. Rolümden vazgeçtiğimi kime söyleyeceğimi bilemiyorum. Bu sahnenin, bu kulisin, bu fuayenin bir sahibi var mı? Yönetmeni ise zaten tanımıyorum.
         İnsan hem oyuncu hem yönetmen olabilir mi bu soruyu sormak aklıma bile gelmiyor. Zaten yanıtını kimin vereceğini bilemiyorum.
         Rolümü bırakmam için ille de bir şeylerin yıkılması, kırılıp dökülmesi mi gerekiyor? İlle de bir hasar mı olmalı?
         Başka sahneler yok mu? Hep aynı sahnede aynı rolü mü oynamalıyız?
         Bu sahneden çıkmak istiyorum. Seyirciler memnun, bırakmıyorlar. Alkışlar, alkışlar… Siz bu role ne kadar yakışıyorsunuz, yo asla başka oyunlara heves etmeyin, siz busunuz işte, bu… Ve ne kadar da başarılısınız. Ya başarılı olamazsanız öteki sahnelerde? Vazgeçin canım, bakın herkes nasıl da size gıpta ediyor.
         Ne olur başarılı olamazsam? Kim kara verecek benim başarılı olup olmadığıma?

        * Evlilik… Neden evliliğe bu gözle bakıyor kadınlar? Neden baştan kendi kurallarını koymuyorlar ortaya? Başta nasıl davransalar, bu böyle yürüyecek öyle belli ki...
         Düşünüyorum da benim de hiç farkım yok. Ben de katlanıyorum, ben de kim koymuşsa bu kuralları, evliliğin kıskacına girdim. Ben de Erkan yolunda ilerlerken, onu izliyorum, rahat olması için elimden geleni yapıyorum. Bugüne dek kendimi hiç düşünmeden yaşadım.

        * İnsanın hayatında onun yerine karar verecek birisi olmayınca gerçek gücü ortaya çıkar.

        * Mutlu son yoktur, çünkü son yoktur… Ama mutlu an vardır.

        * Sevgimin bittiği an Ali de bitmiş olacak. Sevgi için yaşayacağım, özgür olacağım, istemediğim hiçbir şeyi yapmayacağım. Evet yapmayacağım.
         Ne derler o zaman? Bencil mi? Desinler. Ben bencil olacağım. Bencil olmamak için yaşam boyu özveride bulunmak, hep kendinden vermek, onlar ne istiyorsa, öyle yaşamak gerekiyorsa… Yo hayır ben bencil olacağım.

* Düşünsel açıdan yaşlanmamak dileğiyle..

Okuduğum tarih: 27 Haziran 2003    
                                                             
 Yazarı: Duygu ASENA

Yayın Hakları: Doğan Kitapçılık A.Ş
-         1.Baskı / Mayıs 2001
-         5.Baskı / Mayıs 2001
-         6.Baskı
Türü: Roman     /        - 274 sayfa

Duygu Asena’dan İLK SÖZ,
         Bu roman internette yazıldı. Kelimenin tam anlamıyla – yazıldıkça okunan kitap – tı. Yazıldıkça okunan ve okundukça görüş bildirilen roman…
         Günbegün, sayfa sayfa okundu ve düşünceler hemen o an, yazara aktarıldı.
         Muhteşem bir deneyimdi yazar için.
         Düşünebiliyor musunuz, bir kitap yazmışsınız, karşınızda yüzlerce, hatta binlerce kişi, her okuduğu bölümden sonra, başını kitaptan kaldırıyor ve karşısında oturan yazara duygularını aktarıyor… - Bundan sonraki bölümde Berna şunu yapsın, Belgin bunu yapmasın – diye önerilerde bulunuyor. Üstelik, önerilerini gelecek bölümlerde bulma olasılıkları da var…
         İnanılır gibi değil ama gerçek.
         1987yılında Kadının Adı Yoku yazarken bunları yaşayabileceğim aklıma bile gelmezdi…
         Kimin aklına gelebilirdi ki?
         Günbegün kitabın okunacak ve okuyanlarla karşılıklı konuşacaksın, onlardan aldığın eleştiri ve önerilere göre belki de kitabın akışını değiştireceksin… Ne düş ama…
         Kitabın sonunda, gelen mektupların çok küçük bir bölümü var…
         Binlerce mektubun tümünü okudum, çoğunu da yanıtladım.
         Sanıyorum bundan sonra yazacağım romanda (eğer internette yazmayacaksam) onların eksikliğini duyacağım ve kendimi yalnız hissedeceğim. Çünkü öyle bütünleşmiştik ki, ben, okurlar, Berna ve Belgin birbirimizle… - Bu roman hiç bitmesin, Berna ve Belgin de bizimle yaşasın – bile diyorduk … Güzeldi… Evet, şimdi bu romanı elinde tutan kişiye teşekkür ederim, ama yazma aşamasında birlikte olduğumuz
- internet okurları – ma bir başka teşekkür borçluyum. Bana bu keyfi yaşattıkları, bu deneyimi tattırdıkları için…

SON SÖZ –

Belgin ve Berna…
İki kadın…
İki hayat…
Ve bir yolculuk…
Bir iç yolculuk…
Belgin ve Berna toplumun ve erkeklerin dayattığı ahlak anlayışına, tabulara karşı çıkıp özgürlüklerini, kimliklerini arıyorlar…
Ve de aşkı…
Evli ve mutsuz bir kadın olan Belgin ile aşka aşık Berna’nın, benliklerini keşfetme serüvenlerinde her kadın kendinden bir şeyler bulacak…
Duygu Asena bu yeni kitabında, iki kadının ekseninde kadın duygularını, kadın psikolojisini ve sorunlarını her zaman ki duyarlı ve sürükleyici üslubuyla aktarıyor. Bizi kadın – erkek ilişkilerini yeniden düşünmeye çağıran Asena, okurlarına gene çok farklı bir pencere açıyor.
                                 


AŞKIN ÖMRÜ EVDE UZAR

Boş bir kitap. Ne konusu belli ne amacı. Okurken oradan oraya sürükleniyorsun ama içi kof. Bu kadar kötü bulduğum bir kitabı okumaya neden mi devam ettim? Belki bir sonraki sayfada amacını bulabilirim diye… İşte kitaptan bana kalan birkaç cümle! Sadece o kadar… Gerçi güzel bir cümle bile okunmaya değer kılabilir her kitabı.

Kitaptan Alıntılar,

        * Hayat bir TV yarışmaları dizisi. Önce – Fırsat Bu Fırsat – sonra – Çarkıfelek -,  her şey yolunda giderse de – Ağırlığınca Altın -

        * Canada Dry: Bira renginde, bira tadında, bira gibi köpüklü, alkolsüz bir içecek markası.
       
        * Aynanın karşısında gözlerimi açtım ve onlara: - Altınız torbalanmış, sıkı bir ütüye ihtiyacınız var! – dedim.

        * Aşkımız bir bardak musluk suyuna atılan bir ilaç tableti gibi erimişti.

        * Sıkılmadan 10 dakika sessiz durabiliyorsan, kızdan hoşlandığın içindir. 1 saat durabiliyorsan aşık oldun içindir, 10 yıl kalabiliyorsan evli oldun içindir.

 Okuduğum tarih: Temmuz 2003 / Antalya


Yazarı: Frederic BEIGBEDER
Türkçeye Çeviren: Renan AKMAN
Orijinal Adı: Memoriesd ' un jeune homme
Yayın Hakları: Doğan Kitap
-         1.Baskı / Mayıs 2002
-         3.Baskı / Mayıs 2002             - 2000 adet –
-         108 sayfa

SON SÖZ –

         - Aşkı öldüren sifon sesleri değildir. Ateşli rüyalarımızı iklimlendirilmiş kabuslara dönüştüren can sıkıntısı korkusudur. Aslında sifon sesleri bu sıkıntıyı geçirir, tıpkı kızarmış ekmek kokuları, eski tatil fotoğrafları, komodinin üzerinde unutulmuş bilezikler ve ceketinin cebinde bulduğunda insanın gözlerini yaşartan aptal bir not gibi. Gündelik yaşamın en iyi ilacı, tüm akışkanlığı içinde gündelik yaşam kültüdür.-
         - İnsanlar birlikte yaşamaktan tek bir nedenle çekinirler. Bu korku, içinde bir başkasını gizler. Tekeşlilik korkusunu. Erkekler yaşam boyu aynı kadınla kalabileceklerini bir türlü kabul edemezler. Çözüm basittir: aynı kadının hem anaç hem orospu, hem vamp hem lolita, hem seks bombası hem ürkek bakire, hem hemşire hem hasta olması. –
         - Hayatınızın kadınının özellikleri saymakla bitmiyorsa, neden başka yere gidesiniz ki? O zaman günlük yaşamınız her günkü hayat olmaktan çıkacaktır. –
         - Sevgili Türk okurları, bu kitaba karşı hoşgörülü olun. Bu benim ilk romanım, sinir bozucu kusurlarla dolu, çalkalanan, her anlamda dans eden, sevimli, masum, kasıntı, içinde neşeli bir umutsuzluk taşıyan bir kitap. Genç ve salakken nasılsam öyle yani.
                                                        Frederic Beıgbeder 

Keyifli okumalar:)

24 yorum:

  1. çok güzel bir demetti teşekkürler :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumunuz için ben teşekkür ediyorum:)
      Sevgiler.

      Sil
  2. uzun ve epey emek verilmiş yazı. kutlarım sizi:) benim de hiç hoşlanmadıığım bir durumdur, belki bir sonraki sayfada birşeyler bulabilirim diyerek bir kitapta sürüklenmek, ama sonuçta aradığımı bulamamak:))
    teşekkürler paylaşım için
    sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gönülden teşekkürler:) 2002'den beri okuduğum kitaplar hakkında klasörler hazırlıyorum. Keşke daha önceki yıllarda başlamış olsaydım diyorum bazen.
      Sevgilerimle.

      Sil
  3. Okuyancım müthiş bir paylaşım, ellerine sağlık, bir sürü kitabı paylaşmışsın, harika:) Araba Sevdasını okumuştum ben de, çok beğenmiştim, eğlenceliydi. Duygu Asena'nın kitabını da merak ettim, alıntılar çok ilginçti, sevgiler:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Erencim beğenmene çok sevindim canım. Değerli yorumun için teşekkür ediyorum.
      Keyifli okumaların olsun:)
      Sevgiler.

      Sil
  4. Harika kitaplar canım en kısa sürede alıp okumalıyım...Teşkkürler paylaşımın için

    YanıtlaSil
  5. maaşallah hem okuyor hemde uzun uzun alıntılar yapıyorsun canım,senin bu davranışın taktire laik canım gerçekten ellerine gözlerine sağlık olsun
    çok faydalı güzel bilgiler ,normalinde kitapları ayaküstü bir iki şöyle bakarız ama sen böyle paylaşınca okumaz isek ayıp olur değil mi?
    sevgiler canım :))))))))))))))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Fatoşcum çok teşekkürler canım arkadaşım.
      Şöyle keyifle kitabımı alıp, uzanıp okuyamıyorum:) Yanımda kağıt, kalem sürekli sekteye uğruyor okuma hızım:) Önce beğendiğim cümle ya da paragrafların sayfa numaralarını not alıyorum. Kitap bitince de yazıya döküyorum:))
      Sevgiyle kal, daima...
      Öpüyorum:)

      Sil
  6. ne kadar emek vermişsin bu post için, güzel bir post olmuş. Bazen benim de elime çok saçma sapan kitaplar geçiyor, ama dediğin gibi meraktan sonunu getiriyorum. Araba Sevdasi'nı da lisede okumuştum :)
    Bu arada mimledim seni :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim canım. Beğenmene sevindim.
      Cevapladım bile:)))
      Sevgilerimle.

      Sil
  7. Okuyanım nasılda uzun uzun, emek vererek ve çok özenle hazırlamışsın. Aslında Özgürsün ve Başım Belada hariç diğerlerini okudum. Aşkın Ömrü Evde Uzar ve Aşkın Ömrü Üç Yıldır adlı kitaplarını okudum bu yazarın, Aklımda çok bişey kalmadığına göre demekki benide etkileyen bir kitap değilmiş :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sen de tam bir kitap kurdusun Aslıcım. Kitap sevgine ve filmler konusundaki bilgilerine hayranım.
      Sevgiler:)

      Sil
  8. Kitap tanıtımları için teşekkürler.Çok güzel bir çalışma olmuş...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlgin ve yorumun için çok teşekkür ederim.

      Sil
  9. bir tek bunlardan aldatmak'ı okudum

    birde toplu kitaplar demişsin de şekerim kitapları gördüm ama top göremedim hahahahaha bu soğuk espriyi de çok severim yapmadan geçemedim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :)))))) İyi ki yaptın, beni de gülümsettin:)))
      Sevgiyle kal, daima...

      Sil
    2. ben de yıllardır topla binerim dolmuşa otobüse, toplu taşıma adı üstünde... :))

      Sil
  10. harika bir post olmuş canım.ilk kitap hariç diğerlerini okudum.sayende bir dönüş yaptım geçmişe teşekkürler..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumun için ben teşekkür ederim canım arkadaşım.

      Sil
  11. muy buuen articulo hermano.. excelente t blog... gracias.

    YanıtlaSil