Sayfalar

8 Mart 2018 Perşembe

Coşkuyla Ölmek - Şule Gürbüz

* Eyüp Aygün Tayşir'in '4 Hane 1 Teslim' kitabını okurken 33. sayfada Şule Gürbüz'ün 'Coşkuyla Ölmek' kitabından bir alıntı çıktı karşıma: 'İnsanı ahret bile değiştiremez.'
Ne zamandır kitaplığımda okunmayı bekliyordu Coşkuyla Ölmek. Bu vesileyle eş zamanlı okuyayım dedim ve okumaya başladığım gibi bitirene dek bırakamadım. 

* İkisi birbiriyle ilintili dört öykü okuyorsunuz. Dördü de birbirinden başarılı. Özellikle 'Akılsız Adamın Oğlu Sadullah Efendi' öyküsünün kimi bölümlerini çok etkileyici buldum.



COŞKUYLA ÖLMEK
Yazarı: Şule GÜRBÜZ
Türü: Roman
Yayın Hakları: İletişim Yayınları
-   1-3. Baskı 2012-2013, İstanbul  4. Baskı 2015, İstanbul
Kapak Tasarımı: Suat Aysu
Kapak Fotoğrafı: Şule Gürbüz
-   191 sayfa


Kitaptan Alıntılar;

        * İçimdeki coşkun seslerden sokak sağırlaşmıştı.

        * İnsanın içinde olduğu hal ona en yabancı haldir. Deli deliliğini, genç gençliğimi, ihtiyar fıkradığını bilmez.

        * İtiraf edeyim, gençken ölmeyi çok isterdim. Coşkuyla ölmek isterdim.

        * Şimdi şu gün, bak saat beşe çeyrek var, sanki gece, geceye yıl var, sabah yüzyıl, biz bu vakti nasıl geçireceğiz?

        * Ama onun fevkaladesi neydi? Fevkaladesi aleladeydi.

        * Hoca Hafız seni azat etti, istediğini yapsın, çünkü istediğimizi yapamayacağız, yapılacağı yapamayanlar istediklerini yapmada serbesttirler.

        * Artık bu devirde kitabın satılması değil toplatılması mübahtır.

        * İnsanı ahret bile değiştiremez. Zebani dilini çekmeye gelse kişi ancak ahlakının elverdiği ile seslenir de aman diler.

        * Kudümü geçen yaz Kudüs'te bir hevesliye verdim. Hevesliye bakıp da heveslenmedim. Heveslinin heveslisi de nafile ve kaba bir hevesti ve hevesi ile insanı yoruyordu. Hevesine takdir bekleyen hali, hevesinin seviyesini kursağına şimdiden tıkamıştı da onun bunu ikrara daha bir elli senesi vardı.

        * Şimdi şu çağımda çocukluğumu, yetişme çağımı yazıklanarak hatırlıyorum ama ne olsa hiçbir yere gitmiyor denilen çocukluk bile insanın elini uzatıp değiştiremeyeceği, düzeltemeyeceği yerlere gidiyor, hem de nelerle beraber. Bu yüzden belki de çocukluk, hep insanın sonrada, sonraki aklına göre inşa edilip yeniden düzenlediği, gidenleri sanki gitmemiş, olanı olmamış yerine koyduğu hayali bir yer oluyor. Yoksa çocukluk o kadar güzel ve anlatıldığı gibi olsa eminim  şimdiki zaman da böyle olmazdı.

        * Bu sessizlikte bu odada ruhumun çıtı çıkmıyordu.

        * Ruhumun başı döndü...

        * Yaşamış olana ölüm zor gelmiyor.

        * Herkesten kurtulmak ancak kendini feda etmekle oluyormuş anladım; herkesten kurtuldum, kendimi kurtaramadım, onu rehin vererek bir yaşamaya başladım.

        * Evlat insanın önce kanını, sonra canını, öldükten sonra da malını yer.


 ^-^ KEDİLER ^-^

        * ... kedinin uca doğru tüyleri seyrelmiş kuyruğu...

        * ... minderinde yerini değiştirip bir sağına bir soluna yatan ve kısa bakışı  ile dünyanın hep aynı kalışına memnuniyetle bıyık titreten kediler gibi...

        * Sokaklar, ana cadde, insanlar, arabalar, çöp tenekeleri, kediler... Herkes kendi hayatın ayırmış sadece onunla meşgul idi. ... Şu kedi bile kendisini meşgul edecek bir şey bulmuş oynar gibi çekiştiriyordu. ... Kedi, ona yönelip bir vereceğim, okşamam olmayınca bana bigane idi, başını çevirip de bakmadı. Defalarca okşamıştım halbuki onu ama şimdi benim okşanmaya ihtiyacım varken, patisine muhtaçken o, lüzumsuz bir şeyle uğraşıp beni görmezden geliyordu. Hani koku alır tanırlardı. Evet, belli ki koku almış ve tanımıştı.

        * ... şen taklalarla ilk senelerinde koşup zıplayan, ağaçlara tırmanırken seyredilip seyredilmediğini kontrol eden kedinin tırnaklarına yazık...

        * ... kedinin kulaklarındaki ayrık ucu ve ne kadar gezse pembe kalan patilerini, bu patilere kedinin ağırlığı sebebiyle bir şey batmadan gezdiğini...

        * ... istenmeyen ve bir lokma verilmeyen arap kediye döndük...

        * Kedimiz her yeni eşyaya, eve her gelen tepkili, her çıtırtıya teyakkuzda, her yeni yiyeceğe dikkatle eğilmiş, akşamın ve sabahın, sıcağın ve emniyetin, minderinin ve muslukların memnuniyetinde ve her an farkında iken acaba ne yapacak diye düşünüp...

        * ... sandalyelerden birine oturmuş kediye diktiği bakışlarından...

        * Çocuk bir kedi gibi karışıklıktan, perişanlıktan lezzet duyar.

        * ... ıssız bir yere bırakılmış kedinin kısılıp büyüyen göz bebeklerine...

        * Kedinin arabadan, köpeğin sopadan kaçtığı gibi kaçtım.

        * Sf/ 139 - 140 - 186

        * Kedi o vakit yanıma gelmiyor.

        * ... gözüne far tutulmuş kediye dönerdik.

        * ... kulaklar serçe seslerini vecd ile dinleyen bir kedi gibi hafif geriye yatık...

        * ... hürmette bir kedi gibi değil de önünden az evvel köpeğin geçtiği sokak kedisi tedirginliğinde...

        * Kedinin girip tırnaklarını ağaçta bileyip kısaltması ve bu imkanı ona sunan ağaca dönüp bakmaması gibi...

        * ... kayıp kediyi getirmedi...

        * ... minareden atılan kedi dört ayağının üstüne düşmedi...


 - Yazım-Basım Hataları-

        * Sf/ 114
         Mürekkep kelimelere dağılmış, kötü basım.

        * Sf/ 132
         ... dost olduk?' dedim
         Nokta yok.

                                                                                     Ağustos 2017


Yazar Hakkında Bilgi=  Şule Gürbüz'ün ilk romanı Kambur (1992) ve öykü kitabı Zamanın Farkında (2011) İletişim Yayınları; Ne Yaştadır, Ne Başta Akıl Yoktur (1993) adlı oyunu ve Ağrıyınca Kar Yağıyor (1993) adlı şiir kitabı ise Mitos Boyut Yayınları tarafından yayımlandı. Şule Gürbüz halen mekanik saat ustası olarak çalışmaktadır.


ARKA KAPAK –

"Beklemek, bir şeyin yoluna ve haline girmesini beklemek, beklerken olacak olanın olması için gereken her türlü başka hale geçişlere, kalışlara tahammül etmek ne zor şeydi. Başı da, ortayı da, sonu da bilip beklemek ne tahammülü güç şeydi. Tanrı'nın da yaptığı bu muydu? Baş, orta, son belli, helak kaçınılmaz, ancak önemli olan o zamanı geçirmek, o zamandan geçmek. Ve geldiğinde gelmemiş gibi, bilmemiş gibi, yaşamamış gibi gelmek, rüyayı görüp uyanmak ve 'Neyse rüyaymış,' demek ve aynı yerden uyumaya devam etmek. Yaşamaya da, ölmeye de yazık. Bu ölüm için yaşamaya, bu yaşamak için ölmeye yazık. Mezarlıklara, servilere, süsenlere, nisan sonunda açan katırtırnaklarına, telaşlı karıncanın adımlarına yazık, mezar taşına konup da bağıran karganın sesine yazık, ölüme ağlayan şaire, yaşam var zanneden filozofun nefesine yazık, şen taklalarla ilk senelerinde koşup zıplayan, ağaçlara tırmanırken seyredilip seyredilmediğini kontrol eden kedinin tırnaklarına yazık, ağdaki balığa, lokantada onu bekleyen anguta, önce ön iki ayağını sonra arkadakileri ovuşturup bu hareketinden büyük kâr ve kisve uman karasineğe yazık, hortumunu sallayan koca file, sanatlı sıçrayışı ile dahi boşluğu dolduramayan yunusa yazık, grafon kâğıdından gelincik ve petunyalara, en pürüzsüz çakıl taşına, kum olmuş zavallıya, sağdan sağdan yürüyen eşeğin inadına, yol kenarlarındaki ısınmış dikenlere, kozalağın içindeki fıstığa, duvara yapışmış yosuna yazık, bu topu binyıllardır çevirip duran sema-i muğlâka, titreyen kanatlara, açılan göğe ve onun katmanlarına, havanın, suyun olduğu, olmadığı yerlere yazık."


Defterimden...


Keyifli okumalarınız olsun.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder