17 Eylül 2012 Pazartesi

Biten Dört Kitabın Ardından...

Önümüzdeki günlerde okuma konusunda verimli olamayacağım. Çünkü taşınma telaşına düşeceğiz. O zaman hepinizin iyi dileklerine ve dualarına çok ihtiyacım olacak. Bu hafta ön araştırma için yola çıkacağız. İnşallah hayırlısıyla halledip döneriz. Dualarınızı bizden esirgemeyin lütfen. 
Tabii bu paylaşımın konusu kitaplar:) 



* Arka kapak tanıtımında, yazarın 28 yaşında cephede vurularak öldürüldüğünü ve yayınlanmış tek romanı olduğunu okuyunca çok merak ederek almıştım kitabı. Hiç de pişman olmadım. Severek okudum.


ADSIZ ÜLKE
(Koca Mealunes)
Yazarı: Alain - Fournier
Çeviren: Özdemir İnce
Yayın Hakları: Can Yayınları
-  1.Basım: Can,1981
-   2. Basım: Can, 1982
-   3. Basım: Can, 2001 
Türü: Roman     /        240 sayfa
Kitabın Orijinal Adı: Le Grand Mealunes

Kitaptan Alıntılar;

        * Orada ışık öylesine tatlı akıyormuş ki, insan tadına bakabileceğini sanırmış.

* Yüreğim tuttuğum hıçkırıklarımdan parçalanmak üzere…

^-^ KEDİLER ^-^

* O zaman, bu sinsi gürültü iyice kesiliyor, ama ancak bir saniye; önce bir kedi mırmırı gibi yavaşça, yeniden başlıyor.

* … masaları kağıttan horoz, tavuk ve kedi resimleriyle kaplı…

-Yazım-Basım Hataları-

* Sf/158
… büyük bir aşktan çok dana etkili bir dostluk vardı aramızda.

* Sf/218
Sonunda bir tatil yünü, tavan arasında, üzeri…

                           Okuduğum tarih: 5 Eylül 2012

ARKA KAPAK –

Alain-Fournier (1886-1914) daha 28 yaşındayken, cephede vurularak öldü. Koca Meaulnes (Le Grand Meaulnes), onun yayınlanmış tek romanı. Ünlü Fransız düşünürü Marcel Arland, Koca Meaulnes, çağdaş edebiyatın belki de ilk ve biricik klasik kitabıdır diyor. Benim sanat ve edebiyat ilkem, çocukluktur diyen Alain-Fournier, bu ilk ve tek romanında, gerçek yaşamında karşılaşıp aşık olduğu, bir daha göremediği, ama bir türlü unutamadığı uzun boylu sarışın bir kızı, gerçekten çocuksu bir dünya içinde canlandırır. Yazar, uzun bir şiiri andıran bu romanını sarsıcı bir yalınlıkla yazmaya büyük özen göstermişti. İnsanı insan yapan, özüne ilişkin ne varsa, bu romanda korunmuştur: sevgi gibi, arkadaşlık gibi, dostluk duygusu, dayanışma, özveri, sevecenlik gibi. Bu erdemler, insanın, insanlık tarihinin kirleri pasları altında kalsalar bile, bizim onları bulundukları yerden çıkarmamız gereken, baş köşeye oturtmamız gereken değerler. Bu kitapta işte bunlar var. Alain-Fournierin yapıtının zenginliği, büyüklüğü, ölümsüzlüğü, insanın yalın varlığını, onun gerçek duygularını sergilerken, zaman zaman düş ortamına kaysa bile, gerçekliğinden kaynaklanmaktadır. Bir zamanlar Ataçın Adsız Köşk adıyla çevirdiği bu romanı, Özdemir İncenin çevirisiyle ve Adsız Ülke adıyla sunuyoruz.

* John Malkovich Olmak filmini defalarca bıkmadan ve keyifle izledim ve birkaç sene arayla yine izleyebilirim:) Rika'nın Beyninde romanın konusunu da arka kapaktan okuduğum kadarıyla benzer bulduğum için hevesle aldım. Açıkcası kitabın yarısına dek sıkılarak okudum ama yarısından sonra beklediğim ve sevdiğim tarza dönüştü. 

RİKA’NIN BEYNİNDE
Yazarı: Levent METE
Yayın Hakları: Can Yayınları
-  1.Basım: 2005
-   2. Basım: 2005
Türü: Roman     /        206 sayfa

Kitaptan Alıntılar;

        * Zihniyse tam bir sessizliğe gömülmüştü bu arada. Dışarının sesleri ve görüntüleri sanki yüzüne çarpıp dönüyor, içeri ulaşmıyordu.

* İlk yaşamımdaki öğrencilik yıllarımda, sabahları uyandığımda, gözlerimi açmadan önce, kalkıp giyindiğimi, kahvaltı ettiğimi, kapıyı açıp sokağa çıktığımı, okula doğru yola koyulduğumu hayal edip neredeyse kurduğum hayalin gerçek olduğuna inanmak üzereyken, kendimi yeniden yatağımda bulduğum o kış günlerindeki gibiydi tıpkı.

^-^ KEDİLER ^-^

* Duvarlardaki ekranlardan birinde bir kedi, fareyle böcek arası tuhaf bir yaratığı kovalıyordu.

* Mırıldanan bir kedi gibi sürtündü arkadaşına.

* … avını kollayan bir kedi gibi siniverdi…

* Ekranda üç küçük beyaz fare belirmişti. Bir de neşeli bir insan yüzüyle gülümseyen iri, siyah bir kedi vardı. Fareler kaçıyor, kedi peşlerini bırakmıyordu. Sonunda bir duvarın köşesinde kıstırdı onları. Ağzını kocaman açıp hepsini birden yutuverecekmiş gibi yaptı. İyice korkuttuktan sonra, ‘Pöh!’ diye bağırdı. Üç küçük fare de bayılıp sırtüstü düştüler.

* İnsan gibi gülen siyah kedi sürekli peşlerindeydi.

* Siyah Rika bir fare olup parmaklıkların arasından çıkarken, oğlan bir kediye dönüşmüştü.

* … üzerine hırçın bir kedi gibi saldırdığı anda…

-Yazım-Basım Hatası-

* Sf/ 173 1. prg. 1. cümle

Siyah Rika da şakın gözlerle baktı adama.

                                                    Okuduğum tarih: 6 Eylül 2012

Yazar Hakkında Bilgi= Levent Mete, 1958’de İzmir’de doğdu. Hacettepe Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra şizofrenide düşünce, dil ve dikkat bozukluklarını konu alan çalışmalarıyla üç kez Türk Psikiyatri Derneği Araştırma Ödülü’nü kazandı. Şizofreni: en uzak ülke (1998) ve Depresyon: hüzünden melankoliye (1999) adlı kitapları, Aşk Romanları Yazan Adam (2000) ve Terap (2002) adlı romanları, Sokaktan Geçen Dünya (2002) adlı deneme kitabı yayınlandı. İzmir Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenen Albay Kuş adlı oyuna danışmanlık yaptı. Son romanı Büyücüler, 2003 yılında Can Yayınları tarafından yayınlandı. Halen Atatürk Eğitim Hastanesi Psikiyatri Kliniği’nde klinik şefi olarak çalışıyor.

ARKA KAPAK –

       'Bulunduğum yerden kan akışının uğultusunu ve dokuların kendine özgü hışırtılarını duyabiliyordum. Belli belirsiz bazı mırıltılar, inlemeler, iç geçirmeyi andıran sesler işitiliyordu. Kızın zihni bu aralar epey hareketliydi anlaşılan. Derinlere doğru uzanıp giden o tuhaflıklar ülkesine yapmak zorunda olduğum yolculuğu düşününce titredim. İnsan aklının karşılaştığı en korkunç yaratıklarla doluydu orası. Böyle olduğu biliniyordu. Ama, nasıldı bu yaratıklar? Aralarından geçmeye, hatta belki de içlerinden bazılarının yuva olarak bellediği oyuklara girip çıkmaya kalkan birine nasıl davranırlardı?' Rika'nın Beyninde, bilincin parlak ışığıyla bilinçdışının alacakaranlık dehlizleri arasında gidip gelen, kahramanlarını düşle gerçek arasında dolaştıran, olağandışı yaşantılarla dolu bir serüven. Büyücüler ve Terapi'nin yazarı Levent Mete, ruhun derin bölgelerine ayna tuttuğu bu yeni romanında, bireysel ve toplumsal iktidara farklı bir noktadan, liseli bir genç kızın zihninden bakıyor. Rika'nın Beyninde, giderek kanıksayıp olağan karşıladığımız, adaletsizlik, yıkım ve vahşetle örülmüş bir dünyayı, fantastik edebiyatın olanaklarını kullanarak sorgulayan, sıra dışı bir roman.




* Nihan Taştekin'in yazı dilini ve öykülerini çok sevdim.

KARGANIN GÜLDÜĞÜ
Yazarı: Nihan TAŞTEKİN
Yayın Hakları: Can Yayınları
-  1.Basım: 2005
Türü: Öykü – Sekendiz Öyküleri   /        235

Kitaptan Alıntılar;

        * Hiç tamamen sizin olan bir cümle kurdunuz mu? Ne zavallıca bir eylem bu yazmak.

* Arabalar geçiyor vızır vızır, büyük şehir plakalı arabalar. Sana kaçabileceğin hiçbir yer olmadığını anımsatıyorlar durmadan. Ada yok. Arabalı vapurlar var; arabalar var; arabalarını ayaklarının yerine koymuş insanlar var, aceleleri var hep, durmadan hareket halinde olmak, gittikleri yere kendileriyle birlikte alışkanlıklarını, bağlandıkları bir sürü ıvır zıvırı da taşıyacakları arabaları var, durup dinlenmeksizin gidiyorlar oradan oraya, bunu özgürlük sanıyorlar.

* ‘Bugün balıklar çok hüzünlü görünüyorlar,’ diyorum.
Neden öyle söylediğimi soruyorsun.
‘Çünkü ben hüzünlüyüm de ondan,’ diyorum.

* Yarı meczupluğuna yarı mecnunluğunu da katıştırmış olmayı zenginlik sayıp valizini topladı ve bir Ege kasabasına doğru yola çıktı.

*Dildeşinden ayrı düşen bin türlü nağmesi olsa da yine dilsizdir.
Mevlana Celaleddin-i Rumi

* Eşyanın bizden gizli, çok, pek çok gizli uzantıları vardır hayatımıza doğru. Kuytularda biriken tozlar, yuvalanan böcekler, kurtçuklar, larvalar, örümcekler, kakalaklar gözden ırak evlerinden bizimkine, bizimkinden kendilerininkine akar dururken bir dilden de anlatırlar zaar, duymayız. Bez, sopa, süpürge darbelerine yakalandıklarında çıkardıkları bir ses vardır kesinkes, bunları hangi kulaklar duyar, örümceğin çığlığı kakalağın neresini titretir?

* … hoşgörünün kanaviçe gibi işlediği bir sesle…

^-^ KEDİLER ^-^

* Kedilerse çöp karıştıracakları saate kadar en loş köşelerde tilki uykularını sürdüreceklerdi.
        
* … ya da sarışın kedinizin pençelerinde işkence altında can veren fare…

* … avluya açılan kapıyı itip kediden önce yanlarına varmak için acele etti.

* Kedinin meraklı ve sakınımlı hareketlerle ölü kuşlara yaklaşmasını, koklamak üzere başını uzatıp sonra hemen geri çekişini, çok kısa bir bekleyişten sonra bir-iki pati adımıyla yanlarına iyice sokulup burun kanatlarını hızlı hızlı açıp kapayarak üst üste koklamaların ardından kısacık keskin miyavlamasını ve koşarak eve gidişini izledi.

* … kedi gibi, köpek gibi koklayacak…

* Ölü kuşları, kediyi, hortumla suladığı avlunun geçici serinliğinde sedire uzanıp dün gece kurmaya çalıştığı dizeyi yeniden ele alma hayalini geride bırakarak çay bahçesine indi.

* Kedi canı acıkmış da kendini savunmak ister gibi küçük bir tırmık darbesiyle atladı kucağından. Çok mu sıktım kucağımda seni, çok mu içime kattım, özür dilerim.

* … kedinin yerdeki poşeti tırtıkladığını görünce, ahizeyle birlikte eğilip yerden poşeti aldı…

* Bazen onunla yaşadığım bu ikili ve gizli hayattan öylesine bunalırdım ki, kaçacak delik olmayan bir odada kediyle baş başa bırakılmış fare gibi yerimde büzüşürdüm…

* … kedisi Cingöz’ün yavrularından birini Cem’e vermesiyle başladı dostlukları…

* Kedisi Hamiş hala onunla birlikte. Yavruları eşe dosta dağıttıktan sonra yine baş başa kaldılar. Şimdi masanın üzerindeki tek boş alanda uyuyor.

* Ayaklarının dibinde yere uzanmış bir anne kediyle yavrusu fark edilecekleri anı sabırla beklemişlerdi.

* Şişkin yanakları ağzının gülümseme hareketiyle gerilirken, her an avının üstüne atılmaya hazır tekinsiz bir kedinin bakışlarıyla süzdü Cem’i…

* Kedinin ayağına giden fareyim ben, diye söyleniyordu içinden…

*kedi köpek kuytusuna çekilecek…

* … yerdeki betona yan gelip uzanmış sarman kedi…

* Ne var ki battım dediği her seferinde şansı döner ve üç beş kuruş, Güler’i, onu ve kedileri doyuracak bir iş gelirdi yine de.

* Tam bu sırada telefonun zili zifiri karanlıkta kuyruğuna basılmış bir kedinin çığlığı gibi çınladı kulaklarında.

* Tostundan ille de pay isteyen, ayaklarına sürtünen, kucağına zıplayan kediler güzeldi.

* Karısı öldükten bir süre sonra Mete buraya yerleşti, yanında kediyi de getirdi…
        
                            Okuduğum tarih: 10 Eylül 2012

Yazar Hakkında Bilgi= 1963 yılında doğdu. Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nu bitirdi. Bir süre basın sektöründe çalıştı. Garsonluk, tezgahtarlık, çocuk bakıcılığı, düzeltmenlik gibi işler yaptı. İlk romanı Kertenkelenin Uykusu 2000 yılında Oğlak Yayınları, ikinci romanı Yapmur Başlamıştı ise 2002 yılında İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayınlandı. Karganın Güldüğü, Taştekin’in üçüncü kitabı.

ARKA KAPAK –

       Nihan Taştekin, daha önce yayınladığı Kertenkelenin Uykusu ve Yağmur Başlamıştı adlı kitaplarından izler taşıyan yeni çalışması Karganın Güldüğü ile bir kez daha okur karşısında. Kitabın farklı bir kurgusu var. Karganın Güldüğünün ilk on iki öyküsü, birbirinden bağımsız. On üçüncü ve son öykü ise, ünlü polisiyelere gönderme yaparcasına, önceki öykülerin kahramanlarını bir araya getiriyor; Taştekin’in dedektifi Cem Beyoğlu da bu son öyküde ortaya çıkıyor. Yazar, edebiyatın değişik türlerinden yararlanarak, okurunu kurguladığı oyuna davet ediyor. Farklı bir dili var yazarın. Kahramanlarının psikolojik dünyalarını yansıtmakta oldukça başarılı; metnini şiirle beslemeyi, duyarlı, özgün bir polisiye yapıt ortaya çıkarmayı iyi biliyor. Taştekin’in önceki kitaplarını da yakında yayınlarımız arasında bulabileceksiniz. 




* 22 yıl önce yazılmış bir gezi kitabı olsa da, tanıtılan, anlatılan yerlerin bunca sene içinde değişimlere uğramış olma ihtimali yüksek olsa da esprili ve güzel anlatımı ve belirli bilgileri almak adına keyifle okudum.

YOLLARDA – Dünyadan Gezi Yazıları
Yazarı: Aydın BOYSAN
Yayın Hakları: Bas Yayınları
-  1.Basım / Ocak 1990
-   236 sayfa

ÖNSÖZ-

‘Yollarda’, son iki yılda, çeşitli ülkelere yaptığım gezilerden yazılardır.
Zaten çeşitli nedenlerle yüklü olan gezi programları, fotoğraf çekme ve yazılar yüzünden, büsbütün yoğunlaştı.
Görüleni unutmamak için çok yardımcı olan çaba, fotoğraf çekmek… Çünkü çok dikkat gerektiriyor. Öte yandan yazıların okur huzuruna çıkması, hem gezi sırasında, hem de önce ve sonra, özel çaba istiyor.
Niyetim bu yazıları, yorgunluklaru unutma çareleri bulabildikçe sürdürmektir.
                                                                  Aydın Boysan
                                                                  Etiler, 10.1.1990

Kitaptan Alıntılar;

        * Azor Adaları- Furnas volkanik arazisinde yer altı sıcaklığı yer yer, zemin yüzeyine çok yaklaşıyor. Yere, çıplak ayakla bile basılamıyor. Böyle yerlerde, toprak biraz deşilince, bir fırın inşa edilmiş oluyor.

* Azor Adaları, Atlantik Okyanusunun ortasında, bir takımada grubu… Koca okyanus içinde , ufacık denebilecek kara parçaları. Dizilerle yanardağ patlaması sonunda, deniz üzerine çıkmış değil de, fırlamış adalar… Hepsi buruşuk mu buruşuk. Ufacık adalarda ikibin metreyi aşan dağlar var. Dokuzunda oturuluyor, ötekiler insansız.

* Oliveira dostum, Ponta Delgada kentinin hemen yanında eliyle gösterek diyor ki: ‘Bizim bu dağ yenidir.’ Dalga mı geçiyor ne? Soruyorum: ‘Yeni yanardağ patlaması mı oldu?’ Açıklıyor: ‘Hayır. Havaalanımızı inşa ederken, çıkan toprakları yığdık, dağ oldu…’

* Macarların spor aşkı olağanüstü ve yürekten. 1896’da başlayan modern olimpiyat oyunlarında, 100’den fazla altın, bundan çok fazla da gümüş ve bronz madalya alıyorlar. Hepsi de bütün spor dallarına yaygın… Dünya ve Avrupa birinciliklerinde kazandıkları madalya sayısı 2000’e (evet, ikibin’e) yaklaşıyor.

* Dilimiz saçma bir deyimi kullanmaya alışmış. Alay etmek için ‘müzelik’ diyoruz. Bunda bir çeşit, ‘yaşayışı sona erdi’ çıtlatması da var. Oysa bir eserin müzeye girmesi, aslında onun ‘sonsuz bir ömüre başaması’ demek. Bu gerçeği, henüz öğrenemedik.

* Macarlar gelirlerinin yüzde 10’unu, (evet, onunu) kitaba yatırıyorlar. Dokuzbin kitaplık var ki, yılda 60 milyon kitabı ödünç veriyor.

* Çekçede de Polonya’daki gibi, sessiz harf bolluğu yüzünden dilimiz dolaşıyor. Tan Oral’a soruyorum: ‘Zmrzlina ister misin?’ diye… Reddediyor: ‘Öyle münasebetsiz şeyler istemem.’ Oysa ‘Zmrzlina’ dondurma demek.

* 1939-1944 Alman işgali sırasında Hitler’in Polonya genel valisi olan Hans Frank, kendi makamı için Krakov şehrini ve ilk Polonya krallarının sarayı olan Wawel şatosunu seçiyor. Bu seçim, zaten ezilmiş bulunan Polonyalıları, büsbütün duygulandırıyor.
Adı Genel Vali olan Hans Frank, Polonya’nın acımasız diktatörü… Savaştan sonrakiNürnberg mahkemesinde insanlığa karşı suç işlemekten idama mahkum ediliyor. Bir emirnamesi tıpatıp şöyle:
‘Polonya halkı için, dört sınıflı ilkokuldan daha fazlası bir öğrenim yasaktır. Öğretimin amacı; adını ve basit yazıları yazdırabilmek ve Almanlara itaat etmenin Tanrısal emir olduğunu ezberletmektir. Hangi biçimde olursa olsun, bir Polonya devleti bir daha asla kurulmayacaktır.’

* Hitler rejiminin kurduğu, ünlü insan öldürme tesislerinden biri de, Krakov yakınında, Osviecim’de… Bilinen adı: ‘Auschwitz toplama kampı’… Dünya tarihinin en lanlı ve alçakca sayfalarının yazıldığı kamp kapısında şunlar yazılı: ‘Burası, 1940-1945 yıllarında Hitler’in insan öldürücülerinin kurbanı olan 4 milyon kişinin, kahramanlık yeridir.’
Auschwitz, Polonya parlamentosu kararı ile, devlet müzesi olmuş, korunuyor. Barakalar, işkence tesileri, gaz odaları, ceset yakma fırınları, tel örgüler…

* İsviçre peynir ve çikolatasının lezzeti ile başa çıkılamaz. Nedenini de öğrenmişimdir. Bunların yapıldığı sütü veren inekler, İsviçre çayırlarında otlar. Bu çayırlarda ise, ottan fazla çiçek yetişir. Lezzet bu çiçeklerden kaynaklanır.
İsviçre çiftçisi, hayvanlarına olağanüstü özen gösterir. Ahırlar tertemizdir. Ahırda sinek üremez. Bu yüzden inekler tembelleşmesin, sürekli kuyruk sallasın diye, başka yerlerde özel üretilen sinekler ahıra salınır.

* İsviçre’de, Zürich’de bir Türk var: Prof. Dr. Gazi Yaşargil… Dünyaca tanınmış bir beyin cerrahı… Her nasılsa bizde de, biraz olsun tanınıyor.
Gazi Yaşargil’in annesş Üsküdarlı… Çocukluğu, kaymakam olan babası ile beraber, bütün Türkiye’yi dolaşarak geçmiş…
Yaşargil’i tanıyan dostlarım, karakterini çok dürüst buluyorlar. Türkiye ile yakından ilgili… Bütün sorunları biliyor. Bahçesine, Anadolu’dan getirttiği bir kağnı arabasını koyarak hasret gideriyor.
Yaşargil için, aynı ihtisas dalında, yani neuor-chirurgie profesörü olan bir Alman doktor ‘Allah’a en yakın adam’ diyor. bir Japon profesörü en zor vakalar için ‘Gazi Yaşargil mucizedir, çözer’ diyor. dünyada bir numara olduğu söyleniyor. Pazar dahil, her gün onbir saat çalışıyor. Ameliyat maskesi, yüzünde yarıklar açmış…
Evet… Yaşargil gelip askerlik yapmamış… Gelemezdi… Anlamak gerekir bunu! Bilim, birbirine aralıksız eklenen bir halkalar zinciridir. Bilimde rotasyon olmaz… Kafadan sakatlar askerlikten muaf tutulurken, dehaların bu yüzden vatanlarından mahrum edilmeleri, kavranabilir iş midir?

* Lagona ve Locarno;’da, kent mekanlarını dolaşıyorum. Elbet yaya… Şehirler başka türlü yüreğe sindire sindire tanınmıyor. Şehir iç mekanları, sınırlı hacimler… Sınırsız değil… Her bakışta dibi görünüyor… İyi… Çünkü bunların içinde yaşanacak… Buralarda da; sokaklar, caddeler, meydanlar küçük, ölçülü ve kavranır büyüklükte… Çünkü kent mekanları, insanlar için olmalı… Sınırsız mekanlarda rahatsız olmayanlar; develer… Çöllerdeki gibi…

* Yunanistan- Sparta bir oligarşi idi. En sert disiplinin egemen olduğu bir kışla-kentti. Oğlancılık yüzünden de nüfus azalıyordu.
Daha lise öğrenciliğimizde, Spartalıların zayıf doğmuş erkek çocukları uçurumdan aşağı attığını duyardık. Büyürse, iyi savaşamaz diye…
Dünyadaki ilk ‘gizli polis’, Sparta devletince kurulmuş.

* İstanbul’un fethinden üç yıl sonra Fatih Sultan Mehmet, Atina’yı alıyor (1456). Bundan sonra dört yüzyıla yakın bir dönem Atina, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde kalıyor. Ta ki İngiltere, Almanya ve Rusya’nın yardımlarıyla, yeni Yunanistan Devleti kuruluncaya kadar… Yıl: 1823.

        * 20. yüzyılda, Adolf Loos gibi bir mimarlık üstadını yetiştiren Avusturya’da, bir Hundertwasser binası komedisi yaşanıyor. Bu iş Viyana’da, aklın ve sanatın onuruna yapılmış düşüncesiz bir saldırı…
         Viyana kentine utanç vermesi gereken bir yapı, Hundertwasser’in yaptığı 50 konutluk bir kompleks… Cahilliğin, çirkin ve kafasızca biçi,mde mimarlığa uygulanışı bu! Bütün  konutlar birbirinden farklı… Niye? Hem zengin hem yoksul içinmiş… Güneşlisi de varmış, gölgelisi de… Gürültülüsü de varmış, sessizi de…
Ressam Hundertwasser’in ne halt ettiğini anlaması, belki benim vakit bulup da, onun bir portresini yapmamla mümkün olabilir. Ya binanın tepesine, iki tane altın kaplı soğan başı kule yapılması nedenmiş? Sanatçı (!) Hundertwasser’e göre bu kuleler olursa, ‘oturanlar kendilerini bir kral statüsünde hissederler’imiş. Bu akıl yoksulluğu anıt için, kısa özet şu: ‘Sokakta ayı oynatan Çingene, akla, mimarlığa ve sanata, Hundertwasser’den daha yakındır.

* Havalandıktan hemen sonra, içki servisi başladı. Sonra öğle yemeği için şarap vermeye başladılar. Önümdeki adam, kırmızı şarabı üstüne döktü. Kızıl saçlı güzel hostes, hemen ilgilendi. İlaçlı bezlerle adamın gömleğini sildi. Hem de bir elini gömleğin içine sokarak… Gıdıkların insan yahu! Ama adam kaba, oralı olmadı.
Biraz sonra kızıl saçlı güzel hostes bana ‘beyaz şaraba devam mı edeceksiniz, yoksa kırmızı vereyim mi?’ diye sordu. Ben ‘farketmez, ben zaten üstüme dökeceğim’ dedim. Bu dolaylı iltifatımın karşılığı, tatlı bir gülüş oldu. Yeter… Bu kızın bir gülüşüne, bin gömlek feda olsun…

* Ünlü insan hakları savunmacısı zenci Martin Luther King, Atlantalıdır. 1968 yılında Memphis’de öldürülen King’in mezarı, Atlanta’dadır. 1974 yılında, annesi de öldürülmüştür. Babasının da, kendisinin de ömürleri, zorbalığa karşı direnme ile geçmiştir. Mezarı üzerinde yalnız iki sözcük yazılıdır: ‘Sonunda özgür’.

* Çinli sözü: ‘Bir resim, bin sözcük resmeder.’

* Amerikalı Rockefeller ailesi.
21. yüzyıl yaklaşırken, B.Amerika’da dolar milyarderi sayısı bollaşıyor. Ancak deniyor ki: ‘Bu zenginlerin hepsi, Rockefeller’lerin yanında döküntü kalır. Çünkü Rockefeller’ler, yüzyıldan fazla petrol konusunda, yüzyıla yakın da bankacılık sektöründe kaynak akıtmışlardır.’
New York Times gazetesi 29 Eylül 1916 günü John. D. Rockefeller’in, Amerika’nın ilk dolar milyarderi olduğunu, yalnız petrol hisse senetlerinin beşyüz milyon dolar değerinde olduğunu yazıyor. Gazetenin çıkışından altı saat sonra hisse senetleri borsada, sekiz milyon dolar yükseliyor.
Hanedanın sürekli oturduğu saraylar mahallesi, New York eyaletindeki Pocantico Hills’dir. Arazinin büyüklüğü, onaltıbin dönüm (onaltı milyon metrekare). İçinde, 112 km. özel yol var. Yüz kadar bina bulunuyor. Bahçevan, bekçi, şöför ve ev işçisi olarak beşyüz kişi çalışıyor.
Ailenin ayrıca taşınmaz malları daha var. Texas’ta, ‘dinlenmek amacıyla’alınmış dev çiftlikler (yetmişbin dönüm), Hawaii ve Puerto Rico’da, Karaipler’de lüks yazlık evler, Venezuella’da arazi… ( tüm New York kentini içine alacak kadar büyük). Ailenin hanımları, yüz değişik yerde oturma keyfini kullanabiliyorlar. Toplam hizmet personeli sayısı, ikibinbeşyüz kadar… Önemsiz kalan mülklerden birisi, Manhattan göbeğindeki Rockefeller Center… Uzmanlara göre değeri, bir milyar dolar..


Yazım-Basım Hataları-

* Sf/50 ilk baş
zamanı-ndan yanlış ayırma

Sf/129 son
açıs-ından

* Sf/222 1. prg. son cümle.
Pembe mermerlerden akah sular üzerinde, ayrıca ışık oyunları yapılıyor.

                                             Okuduğum tarih: 12 Eylül 2012

ARKA KAPAK-

Son yılların en hızlı gezginlerinden Boysan… Yalnız son 2 yılda, yine 10 ülkeyi dolaştı: Atlantik Okyanusu ortasındaki Azor ve Madeira Takımadaları, Macaristan, Polonya, Çekoslovakya, İsviçre, Portekiz, Yunanistan, Avusturya ve B.Amerika…
Dünyanın önemli bir bölümünü bir kitaba sığdırabilmek, yazarın hüneri… Gittiği yerlerin resmini, beş-on fırça vuruşuyla yapıveriyor. Renkli… Canlı… Bazen dwe karikatür gibi, düşündürerek… Öyle sahneler sunuyor ki, okuyan sanki, ‘orada yaşıyormuş gibi’ oluyor.
Sunuş biçimi, kitabı elden bıraktırmıyor. Bu çekicilik, çok yönlü yazarın, ayrıca usta mizahçı olması özelliğinden kaynaklanıyor.
Okurların ‘Yollarda’yı da, yazarın bundan önceki, 15 ülkeyi anlatan gezi yazıları kitabı ‘Dünyayı Severek’ gibi, ilgiyle karşılayacaklarını sanıyoruz.

12 yorum:

  1. Çok güzel kitaplar okumuşsun canım , keyifli okumaların daim olsun. Taşınma zor iş dualarım seninle Allah yardımcın olsun.

    YanıtlaSil
  2. Karganın güldüğü bende de var , umarım ben de keyif alırım.Ve Allah kolaylık versin canım , zor işler umarım her şey rast gider.

    YanıtlaSil
  3. Farklı kitaplar.Hiç birini okumadım.

    YanıtlaSil
  4. Her şey dilediğin gibi gerçekleşsin canım,hayırlısı olsun. Sayende kitapları okumuş kadar oluyoruz paylaştığın için teşekkürler:)

    YanıtlaSil
  5. ne güzel okumalar bunlar canım...Bravo sana bu telaşın içinde yine de okumuşsun aslında diyorsun ya önümüzdeki zamanlarda pek okuyamam diye, o günleri telafi edecek şekilde toptan okumuşsun aslında Ayşimcim:))
    İnşallah her şey dilediğinizce olur ve yolunda gider...Meraktayım nerelere gidiyorsun diye ama belli olsun da haberleşiriz umarım...

    YanıtlaSil
  6. şimdiden kolaylıklar dilerim. Üç küçükle birlikte taşınma biraz telaşlı olacaktır sanırım....

    YanıtlaSil
  7. senin okumana ve özenli güzel seçtiğin alıntılar yapmana hayranım ,hem senin farkın var kitabı çoğu anlatır sen alıntılarla insan da alınası bir merak uyandırıyorsun ,farklısın
    dualarımız sizinle olsun canım Allah kolaylıklar versin işiniz rast gitsin ,senin için her şey çok güzel olur
    öpüyorum canım :)

    YanıtlaSil
  8. Çok nadirdir,okuduğu kitapları ayrıntılı bir şekilde yorumlayan bloggerlar.
    Genelde şunu okudum ve bitti diyerek geçiyorlar.Ama,seninki gerçekten harika bir post.
    Okudum bittiye getirmemişsin.alıntıları da not aldım.
    Fournier severim bir de =)

    YanıtlaSil
  9. adsız ülke benim de kitap listemde, beğenmene sevindim önyargısız okurum en azından :)

    YanıtlaSil
  10. Değerli yorumlarınız için hepinize çok teşekkür ediyorum.
    Keyifli okumalarınız olsun.
    Sevgilerimle ^-^

    YanıtlaSil
  11. hayırlısıyla taşındıktan sonra bol kitaplı günlere diyeyim o zaman

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim.
      Çok şükür taşındık ve yeni şehirde 6 ayımızı geride bıraktık. Zaman ne kadar hızlı geçiyor, yazarken bir kez daha farkına vardım.
      Sevgiler.

      Sil