24 Eylül 2017 Pazar

Annem Belkıs - Gündüz Vassaf

* Gündüz Vassaf'ın annesinin hayatı, deneyimleri ve anıları okunmaya değer 📚
Yurt içi ve yurt dışında iyi bir eğitim hayatı olan Belkıs Vassaf dönemi içinde de çok yönlü, girişimci ve aydın bir insan. * Zekeriya Sertel'in Gündüz Vassaf'ın dayısı olduğunu geç de olsa bu kitap sayesinde öğrendim 😊 Eş zamanlı olarak da Zekeriya Sertel'in 'Nazım Hikmet'in Son Yılları' kitabını okudum.
* Kitabın ön ve arka kapak tasarımları etkileyici. Kitapta açıklaması var.
* Gündüz Vassaf Sedef Adası'ndan komşumuz 🍀 Kendimi bu yönden şanslı hissediyorum 😄



* Gündüz Vassaf'ın Cehenneme Övgü ve İstanbul'da Kedi kitaplarını okudum 📚

İstanbul'da Kedi - Gündüz Vassaf 



Okuma halleri fotoğraflarıma bakmak isterseniz:

Okuma Halleri, Fotoğraflarla * Annem Belkıs / Gündüz Vassaf




ANNEM BELKIS
Yazarı: Gündüz VASSAF
Türü: Anı
Yayın Hakları: İletişim Yayınları
-   1-5. Baskı 2000, İstanbul (1000 adet)  6. Baskı 2001, İstanbul (1000 adet)
7. Baskı 2004, İstanbul (500 adet)
Kapak Tasarımı: Hakkı Mısırlıoğlu
Ön Kapak Deseni: Güneş, Seratan (Yengeç) burcuna girince ortaya çıkan, bir elinde nalın, bir elinde tas tutan üç başlı kadın biçiminde çizilmiş melek. (Davetname, Topkapı Müzesi)
Arka Kapak Deseni: Hz. Muhammed'in insan yüzlü aya parmağını uzatarak onu ikiye ayırması. (Fal-ı Kuran, Topkapı Müzesi)
-   303 sayfa


 Kitaptan Alıntılar;

        * Annem babamın ikinci karısı. Birinci karısı da annemin teyzesi. Babamın ilk karısından olan çocuklar (sonradan Sertel soyadını alan Zekeriya, Yusuf ve Zehra ile Rukiye Özkaptan)...

        * Hz. Muhammed bilim neredeyse, Çin'de bile olsa oraya git demişti. Söylendiğine göre Hz. Muhammed'in okula başladığı yaşa gelince yani 4 yaş 4 aylıkken beni de resmen okula başlatmışlar. Bu da İslamın eğitime verdiği önemi gösterir. Yıl herhalde 1908 civarıydı.

        * (Belkıs'ın ilk okul günü) Nihayet günün heyecanlı saati yaklaşmıştı misafirler birer birer toplanıyordu. Gelenek ve İslamiyete göre bu mukaddes bir gündü ve o güne katılmak bir sevap sayılırdı. ... Misafirlerin elini öperken onlar da beni okşuyor iki yanağımdan öpüyor 'Maşallah', 'Allah bağışlasın', 'Nazar değmesin' gibi temenniler de bulunuyorlardı.
         ... Nenem gibi yaşlılar ki o zamanlar nenem belki 35-40 yaşları arasındaydı çarşaflarının pelerinlerini burunlarının altında iğnelemişler, gençlerse yüzlerini peçeyle kapatmışlardı. ... iki kol beni belimden yakaladı ve kucağına kaldırdı. Ve böylece bir top gibi bir kucaktan ötekine aktarılarak okulun kapısını bulduk. Okula başlayan çocukları kucakta taşımak bir sevap sayılıyor ve misafirlerden hiçbiri kendini bu mukaddes ödevden yoksun bırakmak istemiyordu.
         ... Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Müslüman okullarına bizimki gibi böyle büyük bir merasimle mi başlanırdı bilmiyorum.

        * ... annem tifoya yakalanmıştı. ... menenjite dönmüştü. Annem böyle ateşliyken bir gece hep beraber oturuyorduk. Bana bakarak, 'Şimdi kalkıp şu Belkıs'ı boğacağım geliyor' diye söylenmişti ateşler arasında. Ben haykıra haykıra ağlıyordum. Annem bu şekilde benim doğmamın, babamın ölümünden sonra bir genç dul olarak çocukla kalmanın, ona ne kadar büyük ıstırap verdiğini ve belki de beni geleceği için engel gördüğünden tahtı şuurunda olan bir nefreti belirtiyordu gibi geliyor bana. Ondan biraz sonra annem ölmüş.

        * Zekeriya ağabeyim ... Yunus Nadi'yle paralarını denkleştirip Cumhuriyet gazetesini kurdular. Oysa nedense gazetede bir tek Yunus Nadi Bey'in adı çıkar kurucumuz diye. Daha sonra ağabeyim payını çekip ayrıldı.

        * Amerikan okullarından gelen bir kız vardı ve bana güya gayri resmi olarak İngilizce öğretecekti. House' kelimesini öğretmişti. Yemekte oturuyoruz. Ben de o gün denizde yüzerken ayağımı kesmiştim. Sofrada kampın müdürünün masasında oturuyordum, bana 'How is your foot?' demiş (ayağın nasıl oldu). Bense 'How is' demesini 'House' anladım ev manasına gelen. 'Ha' dedim kendi kendime, evimizin nerede olduğunu soruyor. Ben de 'Şişli' diye cevap verdim. O da yarım Türkçesiyle benim 'Şişli' dememi 'Şişti' anlamış. Bir gülüşmedir başladı.

        * Nasreddin Hoca'nın unutkanlık skeçini yapmıştık. Hoca her şeyi nereye koyduğunu unutuyordu. Karısı da 'Koyduğunu yaz' diyor. Yatmadan önce Hoca üstünden çıkardıklarını nereye koyduğunu not ettikten sonra 'Nasreddin Hoca da yatakta' diye yazıyor. Sabah olunca kalkıyor, sarığını cübbesini buluyor bir de yatağa bakıyor Hoca yok.

        * Galata Köprüsü'nün iki başında, önlerinde torbalar, adamlar durur ve her geçen oraya kırk para atardı. Kimseyi geçirmiyorlardı köprüden para vermeden.

        * Arnavutköy tepelerinde çilek tarlaları vardı ve zaten Arnavutköy'ün çileği de meşhurdu.

        * Polenezköy yemekleriyle meşhurdu. Fevkalade güzel yemekler yaparlardı. Hatta o zaman şişmanlık modası vardı. Herkes oraya kür yapmaya, o güzel yemeklerden yiyip de şişmanlamaya giderdi.

        * Köprüden geçerken karşı istikametten koşa koşa Sabahattin Ali geliyordu, belki de vapura yetişmeye çalışıyordu. Ona 'Aman kuzum Zekeriya ağabeyime haber ver polis beni götürüyor' dedim ama kendi telaşı ağır bastığından pek aldırmadı, gitti. Polislerin nezareti altında kan ter içinde Sultanahmet'i boyladık.

        * Ethem şahitliğini yapacak birisini arıyor. Mazhar Osman'a gitmiş. Türkiye'nin psikiyatri kurucusu Mazhar Osman. Ethem'i o yetiştirmiş. Stajını Mazhar Osman'la görmüş. Hatta Tünel tarafında birlikte muayehane açmışlar. Mazhar Osman Ethem'e kiminle evleniyorsun diye sormuş. Öğrenince de 'Aman' demiş Mazhar Osman 'Sakın ha Darülfünun mezunlarından, okumuş yazar kadınlardan kaçın, sakın onlarla evlenme'. Ethem'e ihtar etmiş ve bu yüzden gelmemiş şahitliğe.

        * Belkıs-Ethem çiftinin evine hırsız giriyor: ... bu gençler Türkiye'de en tanınmış bilinmiş ve kültür hayatımıza geçmiş insanların oğullarıydı. Birisi şair Mehmet Akif'in diğeri de şimdi adını hatırlamadığım ünlü bir mahkeme reisinin. Meğer anahtar uydurup bizim evin kapısını açıp içeri girmişler.
         ... Elmasları kırıcıya satmışlar. Ellerine çok para geçmiş.
         Meğerse bu gençlerin ikisi de eroin tiryakisiymiş ve onun tesiriyle bunu yapmışlar.

        * Darülmuallimat'ta beş yıl hep sınıf birincisi olmam Robert Kolej'de burslu okuyabilmemi sağladı.

        * Ethem, depresyon geçirenler için Nevropatin diye bir ilaç formülü keşfetti. Bir ilaç şirketiyle anlaştı, patentini aldılar ve müthiş tutuldu bu ilaç piyasada.

        * New York'taki zenciler Harlem denilen bir yerde yaşarlardı. Başka yerlerde kimse onlara ev vermezdi. Çok kötü ve kalabalık şartlarda üst üste otururlardı. Hatta 'sıcak yatak odaları' diye odalar vardı o zaman. Belki de hala var. Bir odayı üç kişiye kiralıyorlar, her birine 8 saatliğine. Öteki saatlerde adam dışarıda işinde gücünde her neyse. Onlara sıcak yatak odaları denirdi çünkü yatak soğumamış oluyor. Birisi çıkıyor, öteki giriyor içerisine.

        * Türk okullarına tabiat bilgisi dersleri için çalışma yapacaktım. Sonraları bu Türkiye'de ders kitabı da oldu. Ayrıca gene Türkiye'de ilkokullar için aritmetik ve coğrafya kitapları yazdım.

        * İlkokullar için coğrafya ve aritmetik kitapları ile Milli Eğitim Vekaleti için öğretmen kitabı olarak kullanılmak üzere Çocuk ve Gençlik Psikolojisi adlı kitabımı hazırladım.

        * Bir de o yıllarda New York sosyetesinin merakı gece yarısı mahkemelerine gitmekti. Biz de bir gece üniversiteden birkaç arkadaş gittik. Cürüm çok olduğundan bu mahkeme gece de açıktı. Sosyetenin süslü püslü insanları lokantadan çıktıktan sonra bu mahkemenin dinleyiciler kısmına gelir, sefaletten kırılan insanların yargılamalarını dinlerdi eğlence babına.

        * Amerika'da biz özel hastanede Ethem ilk defa alkoliklere insülin tedavisi başlattı, tıp dergilerine bu konuda araştırmalarını anlatan yazılar yazdı ve müthiş muvaffak oldu. İlk defa başarıyla insülin tatbik eden Ethem olmuştu ve bu Amerika'da yayıldı.

        * O yıllarda Amerika'da kadın erkek eşitsizliği çok yaygındı. Kadınlar okullarda öğretmen olabiliyor, ama yönetici olmaları istenmiyordu. ... Böylece ben de Harvard'ın bu fakültesinde ilk kadın öğrenci olmuştum.

        * 1936'da Türkiye'den ayrıldığımda arkadaşlarımın hiçbirinde radyo yoktu. Aynı yıl gittiğim Amerika'nın günlük yaşamındaysa radyo pek yaygındı. Hemen herkesin evinde radyo vardı.

        * Biz North Carolina'da iken, İkinci Dünya Savaşı başlamıştı. Orada 'Savaş Sonu Dünya' diye bir komite kurmuşlardı. Bu komitede üniversite profesörleri, devlet idaresinden memurlar ve aydınlar vardı. Bana da üyelik teklif ettiler o komitede. Çalışmalarımızın parçası olarak hepimiz radyoda bir konuşma yapacaktık. Ben de konuşmamda Birinci Dünya Savaşı'nda sarf edilen parayla toplumun ilerlemesi için ne gibi şeyler yapılabileceğini anlatmıştım. Bu savaşa harcanan 100 milyar doları aşkın parayla örneğin Rusya, Almanya, Fransa, Amerika gibi savaşa katılan ülkelerde yaşayan her aile möbleli bir ev sahibi yapılabilir, artan parayla da orta boylu her şehirde de birer üniversite kurularak hocalarının maaşları neredeyse ilelebet ödenebilirdi.

        * Amerika'daki ırkçılık çok tuhafıma gitmişti. Bunu daha ilk senede Smith'teyken görmüştüm. Kızlardan biri 'Ben ırk ayırmam ama,eğer bir yüzme havuzunda bir zenci kız varsa ben o havuza girmem' demişti. Gene Smith'teyken Amerika'nın meşhur zenci operacılarından Marion Anderson gelmişti konser vermeye. Fakat Northampton'daki oteller ona oda vermemiş, Marion Anderson da profesörlerden birinin evinde kalmak zorunda kalmıştı.

        * Amerikalılar kuzeyde ırk ayrılığı yok diye bilirlerdi kendilerini. Fakat New York'ta International House'tayken yemekli bir toplantıda bir karanın konuştuğunu hatırlıyorum. 'Ben güneyde daha rahat yaşıyorum çünkü neleri yapıp neleri yapamayacağımı, nereye gireceğimi, nerede yemek yiyeceğimi, nerede oturacağımı biliyorum. Halbuki kuzeye gelince güya bana hürriyet verilmiş gibi istediğim yere gidebilirim, istediğim lokantada yemek yiyebilirim diye davranıyorum. Ama hiç de öyle değil. Bir defa örneğin iki beyaz arkadaşımla bir lokantaya gittiğimizde, aynı yemeği ısmarladığımız halde benimkisi yenmeyecek kadar tuzluydu. Ya da yer olduğu halde otellerin dolu olduğunu söylerler örneğin.

        * Bir otele gittik Miami Beach'te. Kayıt formu dolduracağız bir de baktık önümüzde masada bir yazı var 'Gentiles only' yani ancak Yahudi olmayanlar kalabilir diye.

        * Savaş öncesi cumhurbaşkanının eşi Mrs. Roosevelt'in bir konuşmasında 'Karalara da memleketlerine hizmet etme fırsatı verilmeli. Onlar da askere alınmalı' dediğini hatırlıyorum. Amerika Alman ırkçılığına karşı Avrupa'da savaşa girecekti belki ama daha kendi ordusuna zencileri asker olarak kabul etmiyordu.


        * Amerika'da kadınların deniz kıyafeti hiç de yüzmek için elverişli değildi. Bacakları gözükmesin diye çorapla denize girmekten yeni kurtulmuşlardı ama gene de dizlerin altına kadar sarkan mayolar giyiliyordu. Erkekler de mayolarının üstüne göğüs kısmını kapatan bir fanila giyiyordu.

        * Levent mahallesini 1940'ların sonunda Emlak Kredi Bankası inşa etti. ... Evler satışa sunulduğunda pek yoğun bir talep olmadığını hatırlıyorum. Dağ başı, kurtlar iner diye pek ilgilenen yoktu. Oysa satış koşulları çok uygundu: 20 bin liraya 20 yıl taksitle bahçe içinde evler. İlk yıllarda Taksim'den günde bir otobüs kalkıyordu Levent'e. Dolmuşlar Şişli'den öteye gitmezdi. Mecidiyeköy gerçekten bir köy, Etiler ise yoktu. Levent'ten sonra toprak yol devam eder, çilek tarlalarından geçer ve nihayet Hisarüstü'nden bugün Boğaziçi Üniversitesi'nin olduğu yerdeki büyük bir domuz çiftliğine varılırdı. Levent'ten sonrasının önemli bir kısmı da askeri bölgeydi.

        * Ama asıl mesele Şükrü'nün (Martel) ailesinin onu Amerika'da sanmalarıydı. Çünkü bir iki 'Ah birbirimizi ne de çok özledik' mektubunda sonra ailesi Şükrü'den onu bunu istemeye başladı. Şükrü Amerika'da ya. Gömlek, teyp falan derken traktöre kadar ısmarladılar. Şükrü'de Moskova'da küplere biniyor tabii. Hem Sovyetler'de bir tükenmez kalem bile bulunmadığından bir komünist olarak azap duyuyor, hem de ailesinin açgözlülüğüne öfkeleniyor. Yıllar sonra soğuk savaş yerini yumuşamaya bırakınca Türkiye'ye geldi ve galiba ailesine de kızgınlığından bir miras davası açtı.

        * Bu pazar günü Sedef Adası'ndan Büyükada'ya geçmek üzere Sedef vapuruna bindim. Vapura adım atar atmaz iğrenç bir hela kokusu midemi bulandırdı. Dışarda memleketimiz için pislik hakkında yapılan söylentiler aklıma geldi. Dayanamadım belki de hakkım olmadan helaların önünde duran memurlara üzüntümü söyledim ve acaba bunun önüne geçemezler mi diye sordum. Soruma memurlar gayet terbiyesizce ve adeta hakaret ederek cevap verdiler. Derdimden üzüntümden anlar, bu koku ve pisliğin memleketimizin ne kadar aleyhine olduğunu takdir eder umudu ile kaptanla konuşmak istedim. O ise beni daha da büyük bir hakaretle karşıladı ve öfkesini 'Haydi moruk defol git karşımdan' diye tamamladı. Şunu da ilave edeyim ki vapur henüz hareket halinde değildi. Şaşırdım ve daha da üzüldüm. Üstünden haftalar geçtiği halde adını vermek istemediğim kaptanın bana hakareti değil de anlayışsızlığı ürküttü ve de üzdü. Bu mektubu şikayet için değil daha yüksek makamdakiler ve yurttaşlarımla paylaşmak için yazıyorum.
                                      Belkıs Halim


^-^ KEDİLER ^-^

        * ... ateşin yanında mırıldayan kedi...

        * ... kedilere isim takmıştık.

        * ... mavi kedibastıdan (hafif tüylü kumaş üstünde güya kedi basmış gibi ayak izleri, kıvrılmış tüyleri vardı) bir palto yapılmıştı.

        * Hayvanlar, insanlar, kedi köpek, çocuklarla çaresizlikle güven içinde sarıldıkları anneleri...

        * Resim imtihanında da bir kedi modeli koymuşlardı.

        * Bu fotoğrafçı ailesi bizim balkona ölmüş kedilerini atmış, hatta Gündüz balkonda oynarken üstüne halılarını silkelemişlerdi.



- Yazım-Basım Hataları -

        * Sf/ 26
         ... eşyasıydı
         Nokta yok...

        * Sf/ 81
         ... başladı. dayım...

        * Sf/ 82
         - ye-
         rden...

        * Sf/ 102
         'Aferin be kardeşim, aferin be kızımla'...

        * Sf/ 107
         Ben se...

        * Sf/ 158
         ... kendi telaşı ağır bastığında pek aldırmadı...

        * Sf/ 186
         ... arka-
         mdan...

        * Sf/ 208
         Bizde de New York'un Grand Central denilen istasyonundan trene bindik.

        * Sf/ 239
         Northhampton'daki...

                                                                                              Haziran 2017


Yazar Hakkında Bilgi=  Gündüz Vassaf (d. 1946, ABD), Türk yazar ve psikolog.
Liseyi İstanbul Robert Koleji'nde tamamladıktan sonra 1968'de George Washington Üniversitesi'nde psikoloji eğitimi gördü. 1977'de Ankara Hacettepe Üniversitesi'nden doktorasını alan Vassaf, uzun bir süre Ankara Üniversitesi Mediko-Sosyal Merkezi'nde öğrencilere psikolojik danışmanlık yaptı. Uluslararası Psikologlar Konseyi yönetim kurulu üyeliğinde bulunan Gündüz Vassaf, 12 Eylül askeri darbesinden sonra öğretim üyeliği yaptığı Boğaziçi Üniversitesi'nden istifa etti.
O tarihten sonra KasselBremen ve Marburg Üniversitelerinde öğretim üyeliği, Kanada'da McGill Üniversitesi Center for Developing Area Studies'te konuk akademisyen, Amsterdam'da Averoes Stichting'de klinik psikolog, Viyana'da Institut für Höhere Studien 'de konuk araştırmacı olarak bulundu.
Yazar, psikoloji alanındaki eserlerinden çok, tarihe farklı bir bakış açısıyla yaklaştığı çalışmalarıyla tanınmaktadır. Halen Radikal gazetesinde köşe yazarlığı yapmaktadır. İnsan, tarih, sosyoloji, popüler kültür konularında her Pazar yayınlanan "Gerçek Orada Bir Yerde" adlı programda Murat Belge ve Şerif Mardin ile birlikte yer aldı.
·                    Zekâ ve Zekâ Testleri Nedir Ne Değildir?, Ankara Üniversitesi Mediko-Sosyal Merkezi Yayınları, Ankara, 1977
·                    Temel Zihin Yetenekleri Testi, Ankara Üniversitesi Mediko-Sosyal Merkezi Yayınları, Ankara, 1977
·                    Introduction to Psychology (Editör), Bogaziçi Üniversitesi, İstanbul, 1978
·                    Wir haben unsere Stimme noch nicht laut gemacht; Türkische Arbeiterkinder in Europa, Res Publicae, Felsberg, 1985
·                    Cehenneme Övgü, Gündelik Hayatta Totalitarizm, İletişim Yayınları, İstanbul, 1992
·                    Cennetin Dibi, Modern Zamanda Eğlencelik Hayat, İletişim Yayınları, İstanbul, 1999
·                    Annem Belkıs, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000


ARKA KAPAK –

Gündüz Vassaf’ın kalemiyle annesinin hikâyesi. Öksüz bir Rumeli kızının Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarında başlayan hayatı bize gündelik yaşantının unutulmuş pek çok ayrıntısını tanıtarak bilinmeyen evlere misafir ediyor. Osmanlı, Cumhuriyet Türkiye’si ve ABD’de yüzyıla yakın süren çarpıcı bir yaşantının ışığında kadının toplumdaki yeri.

İmparatorluğun son yıllarında Balkanlar’da dindar bir ailenin Türk katliamı öncesi günlük yaşantısı, Yunan işgali altında Anadolu, İstanbul’da tek başına yaşayan bir genç kadının yılları, Robert Kolej’den sonra Dârülfünun’da felsefe öğrenciliği Belkıs Halim’in anılarında birer birer canlanıyor. Genç Cumhuriyet’e alışmanın acı tatlı serüvenleriyle de karşılaşıyoruz. Kitapta Çamlıca Kız Mektebi’nde jambon devrimi, çapkın Kur’an’cılar, İstanbul semalarında atılan kızlı erkekli uçak turları ve tabii başımızdan eksik olmayan gizli polisimiz. II. Dünya Savaşı yıllarında Harvard’da erkekler arasında okuyan bu tek kadının Amerika’nın akıl hastanelerinde yarım asır süren psikologluğu… Soğuk savaş yıllarında Ankara’da Amerikan askerlerinin “beyliği”, Moskova’da Türk komünistlerinin ibret verici serüvenleri.

Orhan Pamuk'un 'düz yazımızın en özgür ruhlu kalemi' diye tanımladığı Cehenneme Övgü ve Cennetin Dibi yazarı Gündüz Vassaf bu sefer de annesiyle paylaştıklarını tarihle buluşturuyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder