19 Aralık 2012 Çarşamba

Aralık Ayı Kitapları *1*

Aralık ayı okuma açısından bereketli geçiyor. Okuduklarımın bir kısmı,



*** Sunay Akın'ı çok severim. Ne zamandır okumak istediğim bu kitabı arkadaşımdan ödünç aldım. Pek hoş da bir tesadüf oldu. Şöyle ki; Sunay Akın'ın  SkyTürk'teki 'Hayat Paylaşınca' programında Kız Kulesi'nin son fener bekçisinin kızı konuğuydu. İzlemeye doyamadım diyebilirim.


KIZ KULESİ’NDEKİ KIZILDERİLİ
Yazarı: Sunay AKIN
Yayın Hakları: Çınar Yayınları
-  1. Basım İstanbul, Temmuz 1997, -  2. Basım İstanbul, Ağustos 1997, -  3. Basım İstanbul, Eylül 1997, -  4. Basım İstanbul, Kasım 1997, -  5. Basım İstanbul, Haziran 1998, -  6. Basım İstanbul, Ekim 1998, -  7. Basım İstanbul, Nisan 1999, -  8. Basım İstanbul, Şubat 2000
- 182  sayfa

Kitaptan Alıntılar;

* Kristof Kolomb’un seyir günlüğünden;
‘Onlara kılıçlarımızı gösterdik. Keskin demir silahları ilk kez gördükleri belli. Kesmenin ne demek olduğunu bilmediklerinden, bazıları kılıçların keskin tarafını tutunca ellerini kestiler.’
‘Bu insanlar ne herhangi bir mezhebe bağlılar, ne de puta tapıyorlar. Kötülüğü tanımıyorlar, birbirlerini öldürmeyi bilmiyorlar. Hiç silahları yok.’
Kızılderililerin yalnızca av silahları vardı. Militarizmi bilmedikleri için de, insan öldürmeye yarayan hiçbir silah üretmemişlerdi.
Kolomb Amerika’ya yalnızca bulaşıcı hastalıkları değil, insanlığın sonunu hazırlayacak olan ‘savaş’ denilen ilkelliği de taşımıştır. Kızılderililerin topraklarının işgal edildiği ilk günlerdeki yaşayışlarına Kolomb’un günlüğünün sayfalarından biraz daha bakalım: ‘Kızılderililer son derece sade, dürüst, ve eli açık insanlar. Herhangi birinden sahip olduğu herhangi bir şey istenince hemen veriyorlar. Kötülüğün ne olduğunu hiç bilmiyorlar, çalmıyorlar, öldürmüyorlar. Komşularını kendileri kadar çok seviyorlar. Dünyada onlar kadar tatlı dilli insanlar yoktur. Her zaman gülüyorlar. Elli adamla bu halkın hepsini boyunduruk altına alabilir ve onlara her istediğimizi yaptırabilir.’

* Orhon Murat Arıburnu 1947 yılında dünyada ilk kez "resimli şiir sergisi"ni açmıştır.

* Eduardo Galeana, Walt Disney’in çizgi filmlerini şöyle tanımlar: ‘Kapitalizmin hayvanat bahçesi’…

* 1995 yılının Sonbaharında sinemalarda gösterime giren bir çizgi film gişelerin önünde uzun kuyruklar oluşturur. ‘Pocahontas’ adlı film beyaz adam ile bir Kızılderili kadın arasındaki aşkı anlatır. Londra’da demir alan ‘Susan Constat’ adlı geminin kaptanı John Smith, filmin sonunda Amerika’dan ayrılırken, kıyıda bıraktığı Kızılderili sevgilisi el sallar ardından. İzleyiciler de, Pocahontas ile birlikte gözyaşı dökerek, hüzünlü bir aşk filminin ıslak mendillerini ellerinde tutarak ayrılırlar sinema salonundan.
Filmin gösterime girmesiyle birlikte çocuklara yönelik eşyalar da mağazaların vitrinlerinde boy gösterir: Pocahontas oyuncakları, kalemleri, çantaları, şampuanlarıi anahtarlıkları, diş fırçaları, sabunlukları, tişörtleri…
Çocukların cep harçlıklarını sömürmeye yönelik film gerçek bir aşk hikayesinden alınmıştır. Meydan Larousse’un 13. cildinin 593. sayfasına bir göz atacak olursak ‘Rolfe, John’ maddesiyle karşılaşırız. Bu adamın ansiklopedideki ilk tanıtımı şudur: ‘İngiliz sömürgeci’… Pocahontas, John Smith ile değil, John Rolfe ile evlenir. Yani, filmde anlatılan aşk hikayesi beyaz adamın sayısız yalanlarından biridir.
John Rolfe için kendi yurttaşları ‘tanrının parmakla gösterip seçtiği’ ırktandı.
Kızılderili prensesi Pocahontas ile evlenmek isteyen John Rolfe, Virginia valisine yazmış olduğu dilekçede evlenmek istemesinin nedenini şöyle açıklar: ‘Eğitimi kaba, davranışları barbarca, soyu lanetli bu kafir ile tarım işletmesinin yararı, ülkemizin onuru, tanrının yüceltilmesi, kendi kurtuluşum ve dinsiz bir yaratığı gerçek tanrıya ve İsa’nın dinine döndürmek.
Yirmi bir yaşına giremeden, 1617 yılının Mart ayında bir İngiliz hastalığından ölen Pocahontas’ın mezar taşında John Rolfe tarafından değiştirilen yeni adı yazmaktadır: Rebeca…
Aradan yıllar geçer ve Barış anlaşmalarında haritalara çizilen çizgilere aldırmadan Kızılderililerin topraklarına saldıran beyaz adam yapmış olduğu çizgi film ile insanları kandırmaya devam eder!..
Pocahontas’ın kalbi, söz konusu filmin hasılat rekorlarıyla bir kez daha kırılır!

* Sömürgeci kaptan John Smith, Chicahoming nehrinde yol alırken Kızılderililer tarafından yakalanır ve Weremoco’ya getirilir. Powhatan’ın kızı Pocahontas onun bağışlanmasını ister ve bu istediği yerine getirilir. Pocahontas ile John Smith’in karşılaşmaları işte böyle olur. Walt Disney’in çizgi filmindeki gibi aralarında bir aşkın doğması söz konusu değildir. Çünkü, Kızılderili kız henüz on iki yaşındadır.

* John Smith’in Kızılderililere karşı olan davranışları ve niyeti hakkında bilgi sahibi olabilmek için Powhatan’ın sözlerine kulak vermeliyiz: ‘Ben artık yaşlıyım ve yakında öleceğim. Şeflik, erkek kardeşlerime geçecek ve ondan sonra iki kız kardeşime ve de onların iki kızına. Umarım sizin bize gösterdiğiniz sevgi bizim size gösterdiğimizden az olmaz. Bizden sevgiyle alabileceğiniz şeylere niçin zorla sahip olmaya kalkıyorsunuz? Sizlere yiyecek veren bizleri neden yok edersiniz ki? Her şeyimizi saklayıp ormana kaçabiliriz. Böyle bir durumda eziyet edecek yalnızca kendi adamlarınız kalır. Kıskançlığınızın nedeni nedir? Kılıçlarla, silahlarla bir düşmanı işgal etmek için gelmeyip, dostça geldiğinizde bizi silahsız ve isteklerinizi karşılar durumda buluyorsunuz. Bütün İngilizlerden kaçıp durmaktan, soğukta ormanda yaşamaktan, bitki kökleri ve çöp yemekten, av hayvanı gibi kaçmaktan, yemenin, rahat uyumanın, karım ve çocuklarımla birlikte uyumanın, gülebilmenin ve İngilizler ile mutlu bir şekilde yaşamanın daha iyi olduğunu bilmeyecek kadar ilkel değilim. Savaş halinde olunursa adamlarım sürekli olarak nöbette durmak zorunda kalırlar ve ormanda bir dal parçası kırılsa şöyle bağırırlar: ‘İşte, Kaptan Smith geliyor!..’ Ve böylece bu perişan ve sefil hayatımız sona erer. Ama Kaptan Smith, kabalığın ve duyarsızlığın yüzünden senin sonun da pek yakında bundan farklı olmayabilir. Bu sebepler yüzünden sizi Barış toplantılarına davet ediyor ve her şeyden önce tüm kıskançlığınızın ve zorbalığınızın nedeni olan silahlarınızın ve de kılıçlarınızın derhal geldiğiniz yere gönderilmesinde ısrar ediyorum.’

* Altın bulunduğu haberinin duyulması üzerine, girişine ‘Altın Kapı’ denilen San Francisco limanında bir geminin demirleyeceği yer bulmak oldukça zorlaşır. Altın aramaya gelen gemicilerin limanda terk ettikleri gemilerin arasında gezinirsen yelkenleri söken bir adamla karşılaşırız. İlk bakışta, topraklarının işgal edilmesine kızan bir Kızılderili sanılsa da, yanına yaklaşıldığında yelkenleri sökenin ‘Loeb’ adında bir göçmen olduğu anlaşılır. 1847’de Amerika’ya gelen 20 yaşındaki delikanlı, Baveryalı Yahudi bir ailenin çocuğudur. Babasını yetersiz beslenme sonucu kaybeden genç adam ‘Yeni Dünya’ya adım atar atmaz adını yeniler: Levi Strauss!..
Yelken bezlerinden pantolonlar dikecek olan Levi Strauss, zengin olabilme hayallerini altın madenleri yerine, madencilere dikeceği sağlam pantolonlardan kazanacağı paralarda görür.

* İngiliz denizci Kaptan James Cook, 18. yüzyılda Avustralya kıtasına adım attığında daha önce hiç görmediği bir hayvanla karşılaşır. Yanındaki yerliye hayvanın adını sorunca ‘Kanguru’ yanıtını alır. Böylelikle, arka ayakları üstünde sıçrayarak yol alan, yavrularını karnındaki kesesinde taşıyan ve kızdırılmadığı sürece son derece uysal olan hayvan o günden sonra ‘Kanguru’ adıyla anılır.
1778’de, Sandwich adalarında bir yerli tarafından öldürülen James Cook’un ‘Bu hayvanın adı ne?’ diye sorduğu yerli tarafından da sevildiği söylenemez. Çünkü, Kanguru sözcüğünün Avustralya yerlileri dilindeki gerçek anlamı şudur: ‘Bilmiyorum!..’

* Amerika’ya ilk zenci köleler 1619 yılının Ağustos ayında Hollandalılar tarafından getirilir.

* Önder ve başkan tanımayan Eskimoların toplumsal birimleri aileden öteye gitmiyor. Yaşlı, akıllı kişilere saygı duyuyorlar ama önderlik yetkisi vermiyorlar. Eskimolarda toplumsal ve ekonomik sınıflaşma da söz konusu değildir. Herkes eşittir ve doğal koşullara karşı elbirliğiyle yaşam kavgası verirler.belki de bu yüzden, kapitalizmin kan çanağına dönüştürdüğü dünyaya çatısından bakıp kendilerine ‘İnsanlar’ yani ‘innuit’ adını takmışlardır!
Avcılık, Eskimoların tek geçim kaynağı…

* Şiire ‘Anerka’ diyor Eskimolar. Anlamı; soluk!.. onlar için şiir soluk gibi gözle görünmeyen, elle tutulmayan, nereye gittiği belli olmayan bir şey… Ve de, o denli gerekli!
  
* … İstanbul’da otomobil süren bir Kızılderili görünmese de, sayıları giderek artan bir jeep markasında Amerika yerlilerinden olan bir kabilenin adını okuruz: ‘Cherokee’
Cherokee ‘mağara insanı’ demektir.
Cherokeeler, 1838-39 yılları arasındaki göçlerine ‘gözyaşı izleri’ adını verirler. Batı’ya gitmeye zorlandıklarında küçük bir grup bunu kabul etmeyip Carolina’da bulunan Dumanlı Dağlar’a saklanır. Bir dağ aracı olan Jeep’e ‘Cherokee’ adının veriliş nedeni işte budur!..

* topraklarını satıp beyaz adamın kölesi olmak yerine özgürlükleri uğruna savaşan Kızılderili kabilelerin çoğu yok edilmiştir.

* Öylesine öykünüyorlar ki
Batıya zamane gençleri
Velet değil
Welet her biri
                   İsmail Uyaroğlu
  
* Fransızlar 4 Temmuz 1884 gününe yerleştirdikleri heykeli Amerika bir bakana teslim ederler… Ama Amerikalılar parasızlıktan dolayı heykeli dikemezler.
Heykelin haline acıyan yoksul bir gazeteci çıkarmakta olduğu ‘New York World’ gazetesininlogosu olarak özgürlük anıtını kullanır… Ve de, okurlarına şu çağrıda bulunur: ‘Böylesi bir armağanı koyacak yer bulamıyorlar. Gelin, bu işi milyonerlere bırakmayalım’… İşte, ne olursa bir Macar göçmeninin gazetesinde yaptığı çağrıda sonra olur!.. Yoksul gazeteci başlattığı kampanyayla para toplar. Kampanyaya katılan herkesin adını gazetesinde yayınlar. Sonra, gerekli para toplanıp, heykel yerine mi dikilir?.. Evet, öyle olur. Ama, özgürlüğü yoksul, göçmen halkın sahiplenmesinden rahatsız olan para babaları ellerini ceplerine atarak gerekli parayı hemencecik verir. ‘Hürriyet Heykeli’ için başlattığı kampanyayla milyonerlerin yüreğini ağzına getiren yoksul gazeteci, ölümünden sonra adına ödül konulacak olan Joseph Pulitzer’den başkası değildir.

* Marlon Brando, Kızılderililerin direnişine destek veren sanatçıların başında gelir. Anılarını derlediği ‘Annemin Öğrettiği Şarkılar’ adlı kitabında şunları yazmıştır: ‘İnsanların çoğunun, bu ülkenin, onun asıl sahipleri olan Kızılderililerden çalındığı, bu insanların milyonlarcasının ülkelerini çalanlar tarafından öldürüldüğü gerçeğini ciddiye almamasını hiç, ama hiç anlayamıyorum.’
Marlon Brando Kızılderili eylemlerine bizzat katılır.

* Oscar ödül töreni için salonu dolduranlar, 1972’de çevrilen The Godfather (Baba) filmindeki rolünden dolayı en iyi oyuncu ödülünü kazanan Marlon Brando’yu alkışlamak üzere beklemektedirler… Ama karşılarında bir Kızılderili kadın bulurlar. Kızılderililere tarih boyunca yapılan ve de devam eden haksızlıkları protesto eden Brando, ödülü reddetmiş ve törene hazırlamış olduğu bildiriyi okumak üzere ‘Küçük Tüy’ü göndermiştir.
Oscar’ı reddeden ilk sanatçı olan Brando, Kızılderililerin gerçek bir ‘Baba’sıdır!..

* … içinde barındırdığı değil, dışında bıraktığı sözcüklerden oluşur bir şiir.

* ‘İki Milyarlık Bilet’ filmin çekimleri için Gebze’nin bir balıkçı köyü olan Eskihisar seçilir. Film gereği, bir kahvehanenin duvarında Yavuz zırhlısının resmi olması gerekiyordu. Osman Hamdi Bey’in evinin yanında olan Gençlik Kıraathanesi’nin duvarına savaş gemisinin resmi yapılır. Artan boyalarla da, filmdeki oyunculardan biri çay ocağının duvarına Kız Kulesi’nin resmini çizer.
Siz iyisi mi, Eskihisar’a gidin ve Şiir Cumhuriyeti’nin elinden alınmak istenilen Kız Kulesi’nin, Adile Naşit tarafından yapılan resmini görün!

Yazım-Basım Hataları-

* Sf/43
Herşemizi saklayıp…
… çocuklarımla birlikte uyamanın

* Sf/ 170
Ünlü reklamacı

* Sf/ 176
İstarbulluların sevgisini öyle kazanmıştı ki…

^-^ KEDİLER ^-^

* … dağ yollarından kedi gibi ürke ürke giden Kızılderililerden başlayarak…

                                                      Okuduğum tarih: 11 Aralık 2012

Yazar Hakkında Bilgi= Şair, Yazar, Öğretim Görevlisi, Televizyon Programcısı, İstanbul Oyuncak Müzesi Kurucusu.

1962 yılında Trabzon'da doğdu. İlk şiirlerini 1989'da "Makiler" adıyla yayınladı. Bu ilk eserinin arkasına "Antik Acılar", "Kaza Süsü" ve "62 Tavşanı" adlı şiir kitaplarını sıraladı.

"İstanbul'un Nazım Planı", "Ayçöreği ve Denizyıldızı", "Kız Kulesi'ndeki Kızılderili", "Önce Çocuklar ve Kadınlar" şairin deneme kitaplarından bazılarıdır.

Pek çok gazete ve dergide köşe yazarlığı yaptı, şiirler, yazılar yayınladı. Orhan Veli'nin "Yaprak" adlı gazetesini yeniden çıkardı.

TRT 2 ve CNN Türk'de "Stüdyo İstanbul", "İzler", "Akşama Doğru", "5N 1K" gibi kültür sanat programları ve belgeseller hazırlayan, katkıda bulunan Sunay Akın, TV 8'de de "Gezgin Korkuluk" adlı programı hazırlayıp sundu.

Yaşam Radyo, Radyo Kent, Best FM'de radyo programları yaptı. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ve Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde öğretim görevlisi olarak ders verdi.

23 Nisan 2005'te ailesine ait olan köşkte, dünyanın değişik yerlerinden toplanan oyuncakları sergilediği İstanbul Oyuncak Müzesi'ni açtı.

ARKA KAPAK –

Bir yaz akşamı Boğaz'ın ortasındaki Kız Kulesi'nin beyaz duvarlarında Kızılderililerin vahşi olarak gösterildiği bir kovboy filmi izlediğinizi düşleyin...

İşte, o an, omuzunuza konan martı kulağınıza şunları söyleyecektir: 'Kız Kulesi'ne de bakıyorsun, Kızılderililere de... Ama gerçeği göremiyorsun... Gel benimle.'


*** Bir hayalim var: Kedilerle ilgili yazılmış kitapların ulaşabildiğim kadarına ulaşmak ve sadece kedilere ait mini bir kütüphanem olması.
Çok hoş bir kitap. İçinde harika kedi fotoğrafları da paylaşılmış. 

BİR AKDENİZ KEDİSİNİN HATIRALARI
Yazarı: Şükran YİĞİT
Yayın Hakları: İletişim Yayınları
(www.iletisim.com.tr)
-         1. Baskı 2004, İstanbul (3000 adet)
-         159 sayfa

Kitaptan Alıntılar,

* İfade biçimi hikayenin hayatıdır.

* Hayrettin Poldu’nun Doli ve Viyan’la, Anıl’ın Safiye ile olan tartışmaları sırasında adını andığı Boris Vian konusunda ‘yazar, şair, mühendis, müzisyen, senarist, çevirmen ve efendim o zamanlar Sen Jermen’in türlü çeşit kafelerinde, caz kulüplerinde yaşanan varoluşçu hezeyanın vak’anüvisi olan bir beydir kendisi’ şeklinde bir açıklamada bulunduğu bilinmektedir. Boris Vian, sadece 39 insan yılı süren kısacık hayatına bu kadar şey sığdırmasının yanı sıra, Fransız Direniş Hareketi’ne katılan kedilerin bile farkına varabilmiştir. ‘Bir Kara Kedi İçin Blues’ adlı eserinin yanı sıra, ‘Günlerin Köpüğü’ adlı eseri de malum nedenlerle ‘klasiklerimiz’ dahilindedir.


Yazım-Basım Hataları-

* Sf/ 89
Iste Paçavra gibi birisi…

* Sf/111
yoksaymaya çalışıyorsam…

* Sf/ 158
Fransız Direniş Hareket’ine

                                                       Okuduğum tarih: 07 Aralık 2012

Yazar Hakkında Bilgi= 1961’de İstanbul’da  doğdu. Ankara’da büyüdü. ODTÜ Endüstri Bölümü mezunu. İlk romanı Ankara Mon Amour! 2003’te İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. halen Frankfurt’ta yaşıyor.
sukrany@aol.com

SON SÖZ –

        Doli bir delikanlı. Doli Akdeniz’li. Doli bir kedi. Hayrettin Amca, Dolores, Gizem, Paçavra, Çikin, Güzel Romedyos, Lale, Viyan, Adsız, Kılark ve diğer kedilerle ve biraz da insanlarla birlikte hayatın küçük, ama büyük sırlarını çözmeye çalışıyor. Elimizde Doli’nin günlüğü, arkamızda Kaş güneşi, önümüzde Akdeniz mavisi hayat detektifliğine doğru sessiz, sıcak ve mavi bir yolculuğa çıkıyoruz. Bu yolculukta hareket var, aşk var, hüzün var, huzur var, arkadaşlık var, dostluk var, yalnızlık var, kıskançlık var, merak var. Kısaca, hayatın kendisi var.



*** Nihayet Kafka'nın kalemiyle tanıştım. Diğer kitaplarını da sıraya koydum.

Yazarı: Franz KAFKA
Çeviren: Vedat Çorlu
Yayın Hakları: İthaki Yayınları
-  7. Baskı, İstanbul / Eylül 2011
Türü:  Roman    /        83 sayfa
Kitabın Orijinal Adı: Die Verwandlung

Yazar Hakkında Bilgi= 3 Temmuz 1883 yılında, Alman kökenli tüccar Hermann Kafka’yla Çek kökenli seçkin bir aileden gelen Julie’nin en büyük oğlu olarak Prag’da doğdu. Prag Üniversitesi’nde önce Germanistik okudu, ardından hukuk eğitimi aldı. Zorunlu stajını, doktorasını tamamladıktan sonra (1906) Prag’taki asliye hukuk ve ceza mahkemelerinde yaptı. 1907 yılında sigorta şirketi Assicurazioni Generli’de yardımcı personel olarak işe başladı. Bir yıl sonra Bohemya Krallığı İşçi Kaza Sigortası Kurumu’na hukukçu olarak geçti ve erken emekli olacağı 1 Temmuz 1922 tarihine kadar burada çalıştı.
         3 Temmuz 1924’te, Viyana yakınlarında bulunan Kierling Senatoryumu’nda yaşama veda eden Kafka, vasiyetnamesinde, yayımlanmamış tüm yapıtlarının ‘eksiksiz bir şekilde okunmadan yakılması’nı istediyse de, arkadaşı ve mirasının yöneticisi olan Max Brof, Dava, Şato ve Kayıp (Amerika) adlı romanları yazarın ölümünden sonra yayımladı.

                                                      Okuduğum tarih: 8 Aralık 2012



*** Ada öykülerinden oluşan bir kitap olması ve kapağındaki ev çizimi beni kendisine çekti. Heybeliada'da geçen öykülerden oluşan kitabı büyük bir keyifle okudum.

KÜÇÜK AHŞAP EV
Ada Öyküleri-


Yazarı: Feryal Orhon BASIK
Yayın Hakları: Galata
-  Birinci Basım: Haziran 2006 / İstanbul – 1000 adet
-  İkinci Basım: Ağustos 2006 / İstanbul – 1000 adet
Türü:   Öykü      /        166  sayfa

Kitaptan Alıntılar;
* (Birinci Dünya Savaşı patladığında) Panayia Manastırındaki Ellen Ticaret Mektebi savaş nedeniyle bir süredir yeterince öğrenci bulamıyordu. Nitekim iki yıla yakın bir süre sonra Patriğin tüm itirazlarına rağmen bütün manastır ve okul binalarına Bahriye Nezaretince el kondu.
1918 günü Bahriye Nazırı Cemal Paşa geçici olarak binaya el koyduklarını, buranın Bahriye Mektebine aday sınıflar yetiştireceğini, binanın ve bırakacakları diğer eşyaların kendilerine bir süre için emanet olduğunu söyledi. Okulun ruhban adayı öğrencileri ile Ticaret Mektebinden gelen öğrencileri hep birlikte Büyükada’ya bakan yamaçtaki Aya Yorgi Manastırına taşındılar.


* Bahriye, savaş yenilgisi sonucu işgal ettiği yerleri boşaltmaya başlayınca bazı Rumlara küstahlık geldi. Yanlarından geçtikleri Türklere açık açık ‘Yaaa, durun bakalım daha neleri iade edeceksiniz!’ diye laf atıyorlardı. Zaman zaman taşkınlıklarının dozu kaçıyor, sataşmaları güç kullanımına dönüyordu. Bazı genç grupları adada bazı sokakları sınır kabul etmişler, ‘Bu sınırın altında Rumlar – üstünde Türkler’! diyorları. Zorunlu olarak bu sınırı geçecekleri, yani yukarı mahalleden gelip iskeleye inecek veya çarşıdan gelip evine çıkacak Türkleri ‘Zito Venizelos, Kato Mustafa Kemal’ diye bağırmazlarsa bırakmıyorlardı.

* Prinkipo - Büyükada
Antigone – Burgaz
Proti – Kınalı
              Hakli – Heybeli
              Antirovithos – Sedef


* Rusya’daki devrimden kaçan binlerce Beyaz Rus, akın akın İstanbul’a göçüyordu. Bunlardan yüzlercesi de adalara geldi. Halki’ye gelen ilk göçmenler önce Ruhban Okuluna yerleştirilmeye başlandı. Fransızlardan oluşan bir kurul, bu göçmenleri yerleştirmen üzere Ruhban Okulunu resmen işgal etti. Ama gelenlerin ardı arkası kesilmiyordu. İşgal Kumandanı Korsikalı yüzbaşı, iki Senegalli siyahi akset, Rum tercüman, imam, muhtar ve ellerinde bavullarıyla kadın-erkek, belki birkaç küöük çocuk küçük bir kafile halinde adanın sokaklarını arşınlıyor, yokuşlarını tırmanıyordu. Kafile, adanın mutlak hakimi yüzbaşının münasip gördüğü bir evin önünde duruyordu.
‘Muhtar efendi, bu ev kimindir? Kaç kişi oturur? Kaç odası vardır?’
Muhtar efendi çaresiz soruları cevaplarken kafes ardındaki ev sakinlerinin yürekleri çarpıyor, kadınlar bayılmanın eşiğine geliyordu. Eğer yüzü gülmez sarı çiyan münasip görürse:
‘İmam efendi. Çal kapıyı söyle. Bu aile bu evde onlarla birlikte kalacak!’ diyordu.
Yedikleri farklı, içtikleri farklı, adetleri farklı, dilleri farklı bu yabancılarla aynı evi paylaşmak tam bir felaketti.

* 1922 Türkler için tam bir zafer yılıydı. Adadaki bazı Rumlar için ise felaket haberleriyle doluydu. Büyük hayaller kurdukları Yunan Ordusu İzmir’den denize dökülmüştü. Rum halkı gemilerle kaçıyordu. İzmit, Yalova, Çınarcık, hatta Maltepe, Kartal gibi yakın kıyılardan da benzer haberler gelmeye başladı.
Halki’de Rumlar bir sabah uyandıklarında, bir dereceye kadar varlığından güç aldıkları, kendilerini güvencede hissettikleri Averof zırhlısının sessiz sedasız demir alıp gitmiş olduğunu gördüler. Özellikle yakın geçmişte pek bir azıtıp küstahlaşmış Rumları büyük bir panik sardı.
Kurtuluş Savaşı süresince başlarındaki kalpakları çıkarmayan Rumlar, Türkler tarafından zaten her zaman sevildiğinden gönülleri rahattı.


^-^ KEDİLER ^-^

* Mangalın tüten çıraları komşuları, cızır cızır et kokusu da kedileri çileden çıkardı.

* Ağustos ayının öğle sıcağında adada hayat durmuş gibiydi. Sokaklarda kedi bile dolaşmıyordu.

* Asılı kaldığım yerde doğrulmaya çalışırken korkuyla açılmış, parıldayan bir çift gözle burun buruna geldim. Ardından kısacık, acıklı bir ‘miyav’ sesi. Yağmurdan sırılsıklam olmuş zavallı pisicik, sığındığı balkon kapımın altında patisiyle üstünü başını kurularken çarptığı kapımın çıkardığı seslerle uyanabileceğimi düşünememişti.

* Nereden çıktığı belli olmayan tekir bir kedi karşısına oturdu, gözlerini gözlerine dikip umutla yalanmaya başladı. Kediye bir parça çörek attı. Onun çöreğin ardından zıplayarak koşmasını izledi.

* Son öykü ‘RA’ kediler üzerine…

                                       Okuduğum tarih: 13 Aralık 2012

Yazar Hakkında Bilgi= Prof. Dr. Feryal ORHON BASIK- 1952 yılında İstanbul'da doğdu. İlk ve orta tahsilini İstanbul'da tamamladı. 1969 yılında girdiği İ.Ü. İşletme Fakültesi'nden 1973 yılında mezun olduktan sonra aynı fakültede akademik kariyere başladı. 1976 yılında A.B.D. 'de staj yapmaya gitti.
1978 yılında İşletme Doktoru oldu.
1980 yılında İngiltere'de Manchester Business School'da düzenlenen International Teachers Programme'a katıldı ve sertifika aldı.
1981'de Hamburg Üniversitesi İşletme Enstitüsü'nde misafir öğretim elemanı olarak araştırma yaptı.
1982'de Yardımcı Doçent, 1984'de Doçent, 1992'de Profesör oldu.
1989 yılında geçtiği Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde, 1993 yılında İşletme Bölüm Başkanlığı ile Muhasebe ve Finansman Anabilim Dalı Başkanlığı görevlerine atandı.
1994 yılındaki kısa bir ara dışında bugüne kadar sürdürdüğü bu görevlerinin yanı sıra 1998 yılında Dekan olarak atandı.

ARKA KAPAK –
'Ada Öyküleri'ni okurken zaman zaman gülümsediğ imi, ama daha çok gözlerimin yaşardığını söylemeliyim. Adalılık böyledir. Orada yaşam, en olması gerektiği biçimde yaşanır. Herkes birbirine komşu, neredeyse akraba gibidir. Kederler, sevinçler ortaktır. Kente ne kadar yakın olunsa da, özellikle gece oldu mu, Adalıyı bir yalnızlık, yalıtılmışlık duygusu kuşatır. Burgaz-adalı Sait Faikin 'yeis' dediği şeyin kaynağı da budur belki. Kitaba adını veren 'Küçük Ahşap Ev'de, öykü kahramanlarının yanı sıra, küçük ahşap evin de, yazgısıyla bir öykü
kahramanı gibi okuru etkilemesi bundandır. 'Miras'ın kahramanı Hatice Hanım için üzülmemiz, 'Kayıp'taki mutlu sona sevinişimiz, 'Futbol Dehası'nda arkadaşlarıyla bir olup Cakcak Hüseyinle dalga geçmemiz ya da son öyküde minik kedi Ra için hep birlikte kaygılanışımız bu nedenledir... Bütün bunlar Adalı olmakla, Adalarda bugün bile yaşanmakta olan o ortak duyarlılık ve insancalıkla ilgilidir...
Ataol Behramoğlu
Feryal Orhon Basık, 'Ada Öyküleri'nde İstanbulun eşsiz Prens Adalarını öyküleştirirken, özlediğimiz bir yakın geçmişin
duygularını da yüreklerde uyandırmayı başarıyor...

Ataol Behramoğlu

^-^ Her daim keyifli okumalarınız olsun ^-^

5 yorum:

  1. Bunca iş ve okumaya ayrılan vakit, gerçekten çok imreniyorum Okuyanım.
    Sunay Akın kitaplarını çok severek okurum. Öyle incelikli anlatırki olayları.

    YanıtlaSil
  2. ay canım benim valla kıskandım :)dersten ve işten hiçbirsey yapamaz oldum süpersin gene birde alıntılar yapıyorsun okumak çok hoşuma gidiyor iyi geliyor bu kadar koşuşturmaca arasında sağol canım paylaşım için öptümm

    YanıtlaSil
  3. Okuyancım yine çok güzel kitaplar okumuşsun, ben hem Dönüşüm'ü (çok etkileyiciydi) hem de Bir Akdeniz Kedisinin Maceralarını (çok eğlenceliydi:) okumuştum, Sunay Akın'în kitabını da çok merak ettim, hep ilginç konuları buluyor, paylaştığın için teşekkürler, sevgiler:)

    YanıtlaSil
  4. sunay akını bende çok sever ve beğenirim.bu kitabınıda okumadım ama.hepside çok keyifli görünüyor kitapların.

    YanıtlaSil
  5. Sunay Akının bu kitabını çok merek ettim ve okumayı çok isterim
    ben bu kadar az zaman da bu kadar kitap okuyan bir tek seni tanıyorum
    sana da keyifli okumalar canım :)))))))))))))))

    YanıtlaSil