*** Sunay Akın'ı çok severim. Ne zamandır okumak istediğim bu kitabı arkadaşımdan ödünç aldım. Pek hoş da bir tesadüf oldu. Şöyle ki; Sunay Akın'ın SkyTürk'teki 'Hayat Paylaşınca' programında Kız Kulesi'nin son fener bekçisinin kızı konuğuydu. İzlemeye doyamadım diyebilirim.
KIZ KULESİ’NDEKİ KIZILDERİLİ
Yazarı: Sunay
AKIN
Yayın
Hakları: Çınar Yayınları
- 1. Basım İstanbul, Temmuz 1997, - 2. Basım İstanbul, Ağustos 1997, - 3. Basım İstanbul, Eylül 1997, - 4. Basım İstanbul, Kasım 1997, - 5. Basım İstanbul, Haziran 1998, - 6. Basım İstanbul, Ekim 1998, - 7. Basım İstanbul, Nisan 1999, - 8. Basım İstanbul, Şubat 2000
- 182 sayfa
Kitaptan Alıntılar;
*
Kristof Kolomb’un seyir günlüğünden;
‘Onlara
kılıçlarımızı gösterdik. Keskin demir silahları ilk kez gördükleri belli.
Kesmenin ne demek olduğunu bilmediklerinden, bazıları kılıçların keskin
tarafını tutunca ellerini kestiler.’
‘Bu
insanlar ne herhangi bir mezhebe bağlılar, ne de puta tapıyorlar. Kötülüğü
tanımıyorlar, birbirlerini öldürmeyi bilmiyorlar. Hiç silahları yok.’
Kızılderililerin
yalnızca av silahları vardı. Militarizmi bilmedikleri için de, insan öldürmeye
yarayan hiçbir silah üretmemişlerdi.
Kolomb
Amerika’ya yalnızca bulaşıcı hastalıkları değil, insanlığın sonunu hazırlayacak
olan ‘savaş’ denilen ilkelliği de taşımıştır. Kızılderililerin topraklarının
işgal edildiği ilk günlerdeki yaşayışlarına Kolomb’un günlüğünün sayfalarından
biraz daha bakalım: ‘Kızılderililer son derece sade, dürüst, ve eli açık
insanlar. Herhangi birinden sahip olduğu herhangi bir şey istenince hemen
veriyorlar. Kötülüğün ne olduğunu hiç bilmiyorlar, çalmıyorlar, öldürmüyorlar.
Komşularını kendileri kadar çok seviyorlar. Dünyada onlar kadar tatlı dilli
insanlar yoktur. Her zaman gülüyorlar. Elli adamla bu halkın hepsini boyunduruk
altına alabilir ve onlara her istediğimizi yaptırabilir.’
*
Orhon Murat Arıburnu 1947 yılında dünyada
ilk kez "resimli şiir sergisi"ni açmıştır.
*
Eduardo Galeana, Walt Disney’in çizgi
filmlerini şöyle tanımlar: ‘Kapitalizmin hayvanat bahçesi’…
*
1995 yılının Sonbaharında sinemalarda
gösterime giren bir çizgi film gişelerin önünde uzun kuyruklar oluşturur.
‘Pocahontas’ adlı film beyaz adam ile bir Kızılderili kadın arasındaki aşkı
anlatır. Londra’da demir alan ‘Susan Constat’ adlı geminin kaptanı John Smith,
filmin sonunda Amerika’dan ayrılırken, kıyıda bıraktığı Kızılderili sevgilisi
el sallar ardından. İzleyiciler de, Pocahontas ile birlikte gözyaşı dökerek,
hüzünlü bir aşk filminin ıslak mendillerini ellerinde tutarak ayrılırlar sinema
salonundan.
Filmin
gösterime girmesiyle birlikte çocuklara yönelik eşyalar da mağazaların
vitrinlerinde boy gösterir: Pocahontas oyuncakları, kalemleri, çantaları,
şampuanlarıi anahtarlıkları, diş fırçaları, sabunlukları, tişörtleri…
Çocukların
cep harçlıklarını sömürmeye yönelik film gerçek bir aşk hikayesinden
alınmıştır. Meydan Larousse’un 13. cildinin 593. sayfasına bir göz atacak
olursak ‘Rolfe, John’ maddesiyle karşılaşırız. Bu adamın ansiklopedideki ilk
tanıtımı şudur: ‘İngiliz sömürgeci’… Pocahontas, John Smith ile değil, John Rolfe
ile evlenir. Yani, filmde anlatılan aşk hikayesi beyaz adamın sayısız
yalanlarından biridir.
John
Rolfe için kendi yurttaşları ‘tanrının parmakla gösterip seçtiği’ ırktandı.
Kızılderili
prensesi Pocahontas ile evlenmek isteyen John Rolfe, Virginia valisine yazmış
olduğu dilekçede evlenmek istemesinin nedenini şöyle açıklar: ‘Eğitimi kaba,
davranışları barbarca, soyu lanetli bu kafir ile tarım işletmesinin yararı,
ülkemizin onuru, tanrının yüceltilmesi, kendi kurtuluşum ve dinsiz bir yaratığı
gerçek tanrıya ve İsa’nın dinine döndürmek.
Yirmi
bir yaşına giremeden, 1617 yılının Mart ayında bir İngiliz hastalığından ölen
Pocahontas’ın mezar taşında John Rolfe tarafından değiştirilen yeni adı
yazmaktadır: Rebeca…
Aradan
yıllar geçer ve Barış anlaşmalarında haritalara çizilen çizgilere aldırmadan
Kızılderililerin topraklarına saldıran beyaz adam yapmış olduğu çizgi film ile
insanları kandırmaya devam eder!..
Pocahontas’ın
kalbi, söz konusu filmin hasılat rekorlarıyla bir kez daha kırılır!
*
Sömürgeci kaptan John Smith, Chicahoming
nehrinde yol alırken Kızılderililer tarafından yakalanır ve Weremoco’ya
getirilir. Powhatan’ın kızı Pocahontas onun bağışlanmasını ister ve bu istediği
yerine getirilir. Pocahontas ile John Smith’in karşılaşmaları işte böyle olur. Walt
Disney’in çizgi filmindeki gibi aralarında bir aşkın doğması söz konusu
değildir. Çünkü, Kızılderili kız henüz on iki yaşındadır.
*
John Smith’in Kızılderililere karşı olan
davranışları ve niyeti hakkında bilgi sahibi olabilmek için Powhatan’ın sözlerine
kulak vermeliyiz: ‘Ben artık yaşlıyım ve yakında öleceğim. Şeflik, erkek
kardeşlerime geçecek ve ondan sonra iki kız kardeşime ve de onların iki kızına.
Umarım sizin bize gösterdiğiniz sevgi bizim size gösterdiğimizden az olmaz.
Bizden sevgiyle alabileceğiniz şeylere niçin zorla sahip olmaya kalkıyorsunuz?
Sizlere yiyecek veren bizleri neden yok edersiniz ki? Her şeyimizi saklayıp
ormana kaçabiliriz. Böyle bir durumda eziyet edecek yalnızca kendi adamlarınız
kalır. Kıskançlığınızın nedeni nedir? Kılıçlarla, silahlarla bir düşmanı işgal
etmek için gelmeyip, dostça geldiğinizde bizi silahsız ve isteklerinizi
karşılar durumda buluyorsunuz. Bütün İngilizlerden kaçıp durmaktan, soğukta
ormanda yaşamaktan, bitki kökleri ve çöp yemekten, av hayvanı gibi kaçmaktan,
yemenin, rahat uyumanın, karım ve çocuklarımla birlikte uyumanın, gülebilmenin
ve İngilizler ile mutlu bir şekilde yaşamanın daha iyi olduğunu bilmeyecek
kadar ilkel değilim. Savaş halinde olunursa adamlarım sürekli olarak nöbette
durmak zorunda kalırlar ve ormanda bir dal parçası kırılsa şöyle bağırırlar:
‘İşte, Kaptan Smith geliyor!..’ Ve böylece bu perişan ve sefil hayatımız sona
erer. Ama Kaptan Smith, kabalığın ve duyarsızlığın yüzünden senin sonun da pek
yakında bundan farklı olmayabilir. Bu sebepler yüzünden sizi Barış
toplantılarına davet ediyor ve her şeyden önce tüm kıskançlığınızın ve
zorbalığınızın nedeni olan silahlarınızın ve de kılıçlarınızın derhal
geldiğiniz yere gönderilmesinde ısrar ediyorum.’
*
Altın bulunduğu haberinin duyulması
üzerine, girişine ‘Altın Kapı’ denilen San Francisco limanında bir geminin
demirleyeceği yer bulmak oldukça zorlaşır. Altın aramaya gelen gemicilerin
limanda terk ettikleri gemilerin arasında gezinirsen yelkenleri söken bir
adamla karşılaşırız. İlk bakışta, topraklarının işgal edilmesine kızan bir
Kızılderili sanılsa da, yanına yaklaşıldığında yelkenleri sökenin ‘Loeb’ adında
bir göçmen olduğu anlaşılır. 1847’de Amerika’ya gelen 20 yaşındaki delikanlı,
Baveryalı Yahudi bir ailenin çocuğudur. Babasını yetersiz beslenme sonucu
kaybeden genç adam ‘Yeni Dünya’ya adım atar atmaz adını yeniler: Levi
Strauss!..
Yelken
bezlerinden pantolonlar dikecek olan Levi Strauss, zengin olabilme hayallerini
altın madenleri yerine, madencilere dikeceği sağlam pantolonlardan kazanacağı
paralarda görür.
* İngiliz denizci
Kaptan James Cook, 18. yüzyılda Avustralya kıtasına adım attığında daha önce
hiç görmediği bir hayvanla karşılaşır. Yanındaki yerliye hayvanın adını sorunca
‘Kanguru’ yanıtını alır. Böylelikle, arka ayakları üstünde sıçrayarak yol alan,
yavrularını karnındaki kesesinde taşıyan ve kızdırılmadığı sürece son derece
uysal olan hayvan o günden sonra ‘Kanguru’ adıyla anılır.
1778’de, Sandwich adalarında bir yerli tarafından
öldürülen James Cook’un ‘Bu hayvanın adı ne?’ diye sorduğu yerli tarafından da
sevildiği söylenemez. Çünkü, Kanguru sözcüğünün Avustralya yerlileri dilindeki
gerçek anlamı şudur: ‘Bilmiyorum!..’
*
Amerika’ya ilk zenci köleler 1619 yılının
Ağustos ayında Hollandalılar tarafından getirilir.
*
Önder ve başkan tanımayan Eskimoların
toplumsal birimleri aileden öteye gitmiyor. Yaşlı, akıllı kişilere saygı
duyuyorlar ama önderlik yetkisi vermiyorlar. Eskimolarda toplumsal ve ekonomik
sınıflaşma da söz konusu değildir. Herkes eşittir ve doğal koşullara karşı
elbirliğiyle yaşam kavgası verirler.belki de bu yüzden, kapitalizmin kan
çanağına dönüştürdüğü dünyaya çatısından bakıp kendilerine ‘İnsanlar’ yani
‘innuit’ adını takmışlardır!
Avcılık,
Eskimoların tek geçim kaynağı…
*
Şiire ‘Anerka’ diyor Eskimolar. Anlamı;
soluk!.. onlar için şiir soluk gibi gözle görünmeyen, elle tutulmayan, nereye
gittiği belli olmayan bir şey… Ve de, o denli gerekli!
*
… İstanbul’da otomobil süren bir
Kızılderili görünmese de, sayıları giderek artan bir jeep markasında Amerika
yerlilerinden olan bir kabilenin adını okuruz: ‘Cherokee’
Cherokee
‘mağara insanı’ demektir.
Cherokeeler,
1838-39 yılları arasındaki göçlerine ‘gözyaşı izleri’ adını verirler. Batı’ya
gitmeye zorlandıklarında küçük bir grup bunu kabul etmeyip Carolina’da bulunan
Dumanlı Dağlar’a saklanır. Bir dağ aracı olan Jeep’e ‘Cherokee’ adının veriliş
nedeni işte budur!..
*
topraklarını satıp beyaz adamın kölesi
olmak yerine özgürlükleri uğruna savaşan Kızılderili kabilelerin çoğu yok
edilmiştir.
*
Öylesine öykünüyorlar ki
Batıya
zamane gençleri
Velet
değil
Welet
her biri
İsmail Uyaroğlu
*
Fransızlar 4 Temmuz 1884 gününe
yerleştirdikleri heykeli Amerika bir bakana teslim ederler… Ama Amerikalılar
parasızlıktan dolayı heykeli dikemezler.
Heykelin
haline acıyan yoksul bir gazeteci çıkarmakta olduğu ‘New York World’
gazetesininlogosu olarak özgürlük anıtını kullanır… Ve de, okurlarına şu
çağrıda bulunur: ‘Böylesi bir armağanı koyacak yer bulamıyorlar. Gelin, bu işi
milyonerlere bırakmayalım’… İşte, ne olursa bir Macar göçmeninin gazetesinde
yaptığı çağrıda sonra olur!.. Yoksul gazeteci başlattığı kampanyayla para
toplar. Kampanyaya katılan herkesin adını gazetesinde yayınlar. Sonra, gerekli para
toplanıp, heykel yerine mi dikilir?.. Evet, öyle olur. Ama, özgürlüğü yoksul,
göçmen halkın sahiplenmesinden rahatsız olan para babaları ellerini ceplerine
atarak gerekli parayı hemencecik verir. ‘Hürriyet Heykeli’ için başlattığı
kampanyayla milyonerlerin yüreğini ağzına getiren yoksul gazeteci, ölümünden
sonra adına ödül konulacak olan Joseph Pulitzer’den başkası değildir.
*
Marlon Brando, Kızılderililerin
direnişine destek veren sanatçıların başında gelir. Anılarını derlediği
‘Annemin Öğrettiği Şarkılar’ adlı kitabında şunları yazmıştır: ‘İnsanların
çoğunun, bu ülkenin, onun asıl sahipleri olan Kızılderililerden çalındığı, bu
insanların milyonlarcasının ülkelerini çalanlar tarafından öldürüldüğü
gerçeğini ciddiye almamasını hiç, ama hiç anlayamıyorum.’
Marlon
Brando Kızılderili eylemlerine bizzat katılır.
*
Oscar ödül töreni için salonu
dolduranlar, 1972’de çevrilen The Godfather (Baba) filmindeki rolünden dolayı
en iyi oyuncu ödülünü kazanan Marlon Brando’yu alkışlamak üzere
beklemektedirler… Ama karşılarında bir Kızılderili kadın bulurlar.
Kızılderililere tarih boyunca yapılan ve de devam eden haksızlıkları protesto
eden Brando, ödülü reddetmiş ve törene hazırlamış olduğu bildiriyi okumak üzere
‘Küçük Tüy’ü göndermiştir.
Oscar’ı
reddeden ilk sanatçı olan Brando, Kızılderililerin gerçek bir ‘Baba’sıdır!..
*
… içinde barındırdığı değil, dışında
bıraktığı sözcüklerden oluşur bir şiir.
*
‘İki Milyarlık Bilet’ filmin çekimleri
için Gebze’nin bir balıkçı köyü olan Eskihisar seçilir. Film gereği, bir
kahvehanenin duvarında Yavuz zırhlısının resmi olması gerekiyordu. Osman Hamdi
Bey’in evinin yanında olan Gençlik Kıraathanesi’nin duvarına savaş gemisinin
resmi yapılır. Artan boyalarla da, filmdeki oyunculardan biri çay ocağının
duvarına Kız Kulesi’nin resmini çizer.
Siz
iyisi mi, Eskihisar’a gidin ve Şiir Cumhuriyeti’nin elinden alınmak istenilen
Kız Kulesi’nin, Adile Naşit tarafından yapılan resmini görün!
Yazım-Basım Hataları-
*
Sf/43
Herşemizi saklayıp…
…
çocuklarımla birlikte uyamanın…
*
Sf/ 170
Ünlü
reklamacı…
*
Sf/ 176
İstarbulluların sevgisini öyle kazanmıştı ki…
^-^ KEDİLER ^-^
*
… dağ yollarından kedi gibi ürke ürke
giden Kızılderililerden başlayarak…
Okuduğum tarih: 11 Aralık
2012
Yazar Hakkında Bilgi= Şair, Yazar, Öğretim Görevlisi, Televizyon Programcısı,
İstanbul Oyuncak Müzesi Kurucusu.
1962 yılında Trabzon'da doğdu. İlk şiirlerini 1989'da "Makiler" adıyla yayınladı. Bu ilk eserinin arkasına "Antik Acılar", "Kaza Süsü" ve "62 Tavşanı" adlı şiir kitaplarını sıraladı.
"İstanbul'un Nazım Planı", "Ayçöreği ve Denizyıldızı", "Kız Kulesi'ndeki Kızılderili", "Önce Çocuklar ve Kadınlar" şairin deneme kitaplarından bazılarıdır.
Pek çok gazete ve dergide köşe yazarlığı yaptı, şiirler, yazılar yayınladı. Orhan Veli'nin "Yaprak" adlı gazetesini yeniden çıkardı.
TRT 2 ve CNN Türk'de "Stüdyo İstanbul", "İzler", "Akşama Doğru", "5N 1K" gibi kültür sanat programları ve belgeseller hazırlayan, katkıda bulunan Sunay Akın, TV 8'de de "Gezgin Korkuluk" adlı programı hazırlayıp sundu.
Yaşam Radyo, Radyo Kent, Best FM'de radyo programları yaptı. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ve Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde öğretim görevlisi olarak ders verdi.
23 Nisan 2005'te ailesine ait olan köşkte, dünyanın değişik yerlerinden toplanan oyuncakları sergilediği İstanbul Oyuncak Müzesi'ni açtı.
1962 yılında Trabzon'da doğdu. İlk şiirlerini 1989'da "Makiler" adıyla yayınladı. Bu ilk eserinin arkasına "Antik Acılar", "Kaza Süsü" ve "62 Tavşanı" adlı şiir kitaplarını sıraladı.
"İstanbul'un Nazım Planı", "Ayçöreği ve Denizyıldızı", "Kız Kulesi'ndeki Kızılderili", "Önce Çocuklar ve Kadınlar" şairin deneme kitaplarından bazılarıdır.
Pek çok gazete ve dergide köşe yazarlığı yaptı, şiirler, yazılar yayınladı. Orhan Veli'nin "Yaprak" adlı gazetesini yeniden çıkardı.
TRT 2 ve CNN Türk'de "Stüdyo İstanbul", "İzler", "Akşama Doğru", "5N 1K" gibi kültür sanat programları ve belgeseller hazırlayan, katkıda bulunan Sunay Akın, TV 8'de de "Gezgin Korkuluk" adlı programı hazırlayıp sundu.
Yaşam Radyo, Radyo Kent, Best FM'de radyo programları yaptı. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ve Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde öğretim görevlisi olarak ders verdi.
23 Nisan 2005'te ailesine ait olan köşkte, dünyanın değişik yerlerinden toplanan oyuncakları sergilediği İstanbul Oyuncak Müzesi'ni açtı.
ARKA KAPAK –
Bir yaz akşamı Boğaz'ın
ortasındaki Kız Kulesi'nin beyaz duvarlarında Kızılderililerin vahşi olarak
gösterildiği bir kovboy filmi izlediğinizi düşleyin...
İşte, o an, omuzunuza konan martı kulağınıza şunları söyleyecektir: 'Kız Kulesi'ne de bakıyorsun, Kızılderililere de... Ama gerçeği göremiyorsun... Gel benimle.'
İşte, o an, omuzunuza konan martı kulağınıza şunları söyleyecektir: 'Kız Kulesi'ne de bakıyorsun, Kızılderililere de... Ama gerçeği göremiyorsun... Gel benimle.'
*** Bir hayalim var: Kedilerle ilgili yazılmış kitapların ulaşabildiğim kadarına ulaşmak ve sadece kedilere ait mini bir kütüphanem olması.
Çok hoş bir kitap. İçinde harika kedi fotoğrafları da paylaşılmış.
BİR AKDENİZ KEDİSİNİN HATIRALARI
Yazarı: Şükran
YİĞİT
Yayın Hakları: İletişim
Yayınları
(www.iletisim.com.tr)
-
1. Baskı 2004,
İstanbul (3000 adet)
-
159 sayfa
Kitaptan Alıntılar,
*
İfade biçimi hikayenin hayatıdır.
*
Hayrettin Poldu’nun Doli ve Viyan’la,
Anıl’ın Safiye ile olan tartışmaları sırasında adını andığı Boris Vian
konusunda ‘yazar, şair, mühendis, müzisyen, senarist, çevirmen ve efendim o
zamanlar Sen Jermen’in türlü çeşit kafelerinde, caz kulüplerinde yaşanan
varoluşçu hezeyanın vak’anüvisi olan bir beydir kendisi’ şeklinde bir
açıklamada bulunduğu bilinmektedir. Boris Vian, sadece 39 insan yılı süren
kısacık hayatına bu kadar şey sığdırmasının yanı sıra, Fransız Direniş
Hareketi’ne katılan kedilerin bile farkına varabilmiştir. ‘Bir Kara Kedi İçin
Blues’ adlı eserinin yanı sıra, ‘Günlerin Köpüğü’ adlı eseri de malum
nedenlerle ‘klasiklerimiz’ dahilindedir.
Yazım-Basım Hataları-
*
Sf/ 89
Iste Paçavra gibi birisi…
*
Sf/111
… yoksaymaya çalışıyorsam…
*
Sf/ 158
Fransız
Direniş Hareket’ine…
Yazar Hakkında Bilgi= 1961’de İstanbul’da
doğdu. Ankara’da büyüdü. ODTÜ Endüstri Bölümü mezunu. İlk romanı Ankara
Mon Amour! 2003’te İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. halen Frankfurt’ta
yaşıyor.
sukrany@aol.com
SON SÖZ –
Doli bir delikanlı.
Doli Akdeniz’li. Doli bir kedi. Hayrettin Amca, Dolores, Gizem, Paçavra, Çikin,
Güzel Romedyos, Lale, Viyan, Adsız, Kılark ve diğer kedilerle ve biraz da
insanlarla birlikte hayatın küçük, ama büyük sırlarını çözmeye çalışıyor.
Elimizde Doli’nin günlüğü, arkamızda Kaş güneşi, önümüzde Akdeniz mavisi hayat
detektifliğine doğru sessiz, sıcak ve mavi bir yolculuğa çıkıyoruz. Bu
yolculukta hareket var, aşk var, hüzün var, huzur var, arkadaşlık var, dostluk
var, yalnızlık var, kıskançlık var, merak var. Kısaca, hayatın kendisi var.
*** Nihayet Kafka'nın kalemiyle tanıştım. Diğer kitaplarını da sıraya koydum.
Yazarı: Franz
KAFKA
Çeviren: Vedat
Çorlu
Yayın
Hakları: İthaki Yayınları
- 7. Baskı, İstanbul / Eylül 2011
Türü: Roman / 83 sayfa
Kitabın
Orijinal Adı: Die Verwandlung
Yazar
Hakkında Bilgi= 3 Temmuz
1883 yılında, Alman kökenli tüccar Hermann Kafka’yla Çek kökenli seçkin bir
aileden gelen Julie’nin en büyük oğlu olarak Prag’da doğdu. Prag
Üniversitesi’nde önce Germanistik okudu, ardından hukuk eğitimi aldı. Zorunlu
stajını, doktorasını tamamladıktan sonra (1906) Prag’taki asliye hukuk ve ceza
mahkemelerinde yaptı. 1907 yılında sigorta şirketi Assicurazioni Generli’de
yardımcı personel olarak işe başladı. Bir yıl sonra Bohemya Krallığı İşçi Kaza
Sigortası Kurumu’na hukukçu olarak geçti ve erken emekli olacağı 1 Temmuz 1922
tarihine kadar burada çalıştı.
3 Temmuz
1924’te, Viyana yakınlarında bulunan Kierling Senatoryumu’nda yaşama veda eden
Kafka, vasiyetnamesinde, yayımlanmamış tüm yapıtlarının ‘eksiksiz bir şekilde
okunmadan yakılması’nı istediyse de, arkadaşı ve mirasının yöneticisi olan Max
Brof, Dava, Şato ve Kayıp (Amerika) adlı romanları yazarın ölümünden sonra
yayımladı.
Okuduğum tarih: 8 Aralık
2012
*** Ada öykülerinden oluşan bir kitap olması ve kapağındaki ev çizimi beni kendisine çekti. Heybeliada'da geçen öykülerden oluşan kitabı büyük bir keyifle okudum.
KÜÇÜK AHŞAP EV
Ada Öyküleri-
Yazarı: Feryal
Orhon BASIK
Yayın
Hakları: Galata
- Birinci Basım: Haziran 2006 / İstanbul – 1000 adet
- İkinci Basım: Ağustos 2006 / İstanbul – 1000 adet
Türü: Öykü / 166 sayfa
Kitaptan Alıntılar;
* (Birinci Dünya Savaşı patladığında) Panayia
Manastırındaki Ellen Ticaret Mektebi savaş nedeniyle bir süredir yeterince
öğrenci bulamıyordu. Nitekim iki yıla yakın bir süre sonra Patriğin tüm itirazlarına
rağmen bütün manastır ve okul binalarına Bahriye Nezaretince el kondu.
1918 günü Bahriye Nazırı Cemal Paşa geçici
olarak binaya el koyduklarını, buranın Bahriye Mektebine aday sınıflar
yetiştireceğini, binanın ve bırakacakları diğer eşyaların kendilerine bir süre
için emanet olduğunu söyledi. Okulun ruhban adayı öğrencileri ile Ticaret
Mektebinden gelen öğrencileri hep birlikte Büyükada’ya bakan yamaçtaki Aya
Yorgi Manastırına taşındılar.
*
Bahriye, savaş yenilgisi sonucu işgal
ettiği yerleri boşaltmaya başlayınca bazı Rumlara küstahlık geldi. Yanlarından
geçtikleri Türklere açık açık ‘Yaaa, durun bakalım daha neleri iade
edeceksiniz!’ diye laf atıyorlardı. Zaman zaman taşkınlıklarının dozu kaçıyor,
sataşmaları güç kullanımına dönüyordu. Bazı genç grupları adada bazı sokakları
sınır kabul etmişler, ‘Bu sınırın altında Rumlar – üstünde Türkler’! diyorları.
Zorunlu olarak bu sınırı geçecekleri, yani yukarı mahalleden gelip iskeleye
inecek veya çarşıdan gelip evine çıkacak Türkleri ‘Zito Venizelos, Kato Mustafa
Kemal’ diye bağırmazlarsa bırakmıyorlardı.
* Prinkipo -
Büyükada
Antigone – Burgaz
Proti – Kınalı
Hakli
– HeybeliAntirovithos – Sedef
*
Rusya’daki devrimden kaçan binlerce Beyaz
Rus, akın akın İstanbul’a göçüyordu. Bunlardan yüzlercesi de adalara geldi.
Halki’ye gelen ilk göçmenler önce Ruhban Okuluna yerleştirilmeye başlandı.
Fransızlardan oluşan bir kurul, bu göçmenleri yerleştirmen üzere Ruhban Okulunu
resmen işgal etti. Ama gelenlerin ardı arkası kesilmiyordu. İşgal Kumandanı
Korsikalı yüzbaşı, iki Senegalli siyahi akset, Rum tercüman, imam, muhtar ve
ellerinde bavullarıyla kadın-erkek, belki birkaç küöük çocuk küçük bir kafile
halinde adanın sokaklarını arşınlıyor, yokuşlarını tırmanıyordu. Kafile, adanın
mutlak hakimi yüzbaşının münasip gördüğü bir evin önünde duruyordu.
‘Muhtar
efendi, bu ev kimindir? Kaç kişi oturur? Kaç odası vardır?’
Muhtar
efendi çaresiz soruları cevaplarken kafes ardındaki ev sakinlerinin yürekleri
çarpıyor, kadınlar bayılmanın eşiğine geliyordu. Eğer yüzü gülmez sarı çiyan
münasip görürse:
‘İmam
efendi. Çal kapıyı söyle. Bu aile bu evde onlarla birlikte kalacak!’ diyordu.
Yedikleri
farklı, içtikleri farklı, adetleri farklı, dilleri farklı bu yabancılarla aynı
evi paylaşmak tam bir felaketti.
*
1922 Türkler için tam bir zafer yılıydı.
Adadaki bazı Rumlar için ise felaket haberleriyle doluydu. Büyük hayaller
kurdukları Yunan Ordusu İzmir’den denize dökülmüştü. Rum halkı gemilerle
kaçıyordu. İzmit, Yalova, Çınarcık, hatta Maltepe, Kartal gibi yakın kıyılardan
da benzer haberler gelmeye başladı.
Halki’de
Rumlar bir sabah uyandıklarında, bir dereceye kadar varlığından güç aldıkları,
kendilerini güvencede hissettikleri Averof zırhlısının sessiz sedasız demir
alıp gitmiş olduğunu gördüler. Özellikle yakın geçmişte pek bir azıtıp
küstahlaşmış Rumları büyük bir panik sardı.
Kurtuluş
Savaşı süresince başlarındaki kalpakları çıkarmayan Rumlar, Türkler tarafından
zaten her zaman sevildiğinden gönülleri rahattı.
^-^ KEDİLER ^-^
*
Mangalın tüten çıraları komşuları, cızır
cızır et kokusu da kedileri çileden çıkardı.
*
Ağustos ayının öğle sıcağında adada hayat
durmuş gibiydi. Sokaklarda kedi bile dolaşmıyordu.
*
Asılı kaldığım yerde doğrulmaya
çalışırken korkuyla açılmış, parıldayan bir çift gözle burun buruna geldim.
Ardından kısacık, acıklı bir ‘miyav’ sesi. Yağmurdan sırılsıklam olmuş zavallı
pisicik, sığındığı balkon kapımın altında patisiyle üstünü başını kurularken
çarptığı kapımın çıkardığı seslerle uyanabileceğimi düşünememişti.
*
Nereden çıktığı belli olmayan tekir bir
kedi karşısına oturdu, gözlerini gözlerine dikip umutla yalanmaya başladı.
Kediye bir parça çörek attı. Onun çöreğin ardından zıplayarak koşmasını izledi.
*
Son öykü ‘RA’ kediler üzerine…
Okuduğum tarih: 13
Aralık 2012
Yazar Hakkında Bilgi= Prof.
Dr. Feryal ORHON BASIK- 1952 yılında
İstanbul'da doğdu. İlk ve orta tahsilini İstanbul'da tamamladı. 1969 yılında
girdiği İ.Ü. İşletme Fakültesi'nden 1973 yılında mezun olduktan sonra aynı
fakültede akademik kariyere başladı. 1976 yılında A.B.D. 'de staj yapmaya
gitti.
1978 yılında İşletme Doktoru
oldu.
1980 yılında İngiltere'de Manchester Business
School'da düzenlenen International Teachers Programme'a katıldı ve sertifika
aldı.1981'de Hamburg Üniversitesi İşletme Enstitüsü'nde misafir öğretim elemanı olarak araştırma yaptı.
1982'de Yardımcı Doçent, 1984'de Doçent, 1992'de Profesör oldu.
1989 yılında geçtiği Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde, 1993 yılında İşletme Bölüm Başkanlığı ile Muhasebe ve Finansman Anabilim Dalı Başkanlığı görevlerine atandı.
1994 yılındaki kısa bir ara
dışında bugüne kadar sürdürdüğü bu görevlerinin yanı sıra 1998 yılında Dekan
olarak atandı.
ARKA KAPAK –
'Ada Öyküleri'ni okurken zaman zaman
gülümsediğ imi, ama daha çok gözlerimin yaşardığını söylemeliyim. Adalılık
böyledir. Orada yaşam, en olması gerektiği biçimde yaşanır. Herkes birbirine
komşu, neredeyse akraba gibidir. Kederler, sevinçler ortaktır. Kente ne kadar
yakın olunsa da, özellikle gece oldu mu, Adalıyı bir yalnızlık, yalıtılmışlık
duygusu kuşatır. Burgaz-adalı Sait Faikin 'yeis' dediği şeyin kaynağı da budur
belki. Kitaba adını veren 'Küçük Ahşap Ev'de, öykü kahramanlarının yanı sıra,
küçük ahşap evin de, yazgısıyla bir öykükahramanı gibi okuru etkilemesi bundandır. 'Miras'ın kahramanı Hatice Hanım için üzülmemiz, 'Kayıp'taki mutlu sona sevinişimiz, 'Futbol Dehası'nda arkadaşlarıyla bir olup Cakcak Hüseyinle dalga geçmemiz ya da son öyküde minik kedi Ra için hep birlikte kaygılanışımız bu nedenledir... Bütün bunlar Adalı olmakla, Adalarda bugün bile yaşanmakta olan o ortak duyarlılık ve insancalıkla ilgilidir...
Ataol Behramoğlu
Feryal Orhon Basık, 'Ada Öyküleri'nde İstanbulun eşsiz Prens Adalarını öyküleştirirken, özlediğimiz bir yakın geçmişin
duygularını da yüreklerde uyandırmayı başarıyor...
Ataol Behramoğlu
^-^ Her daim keyifli okumalarınız olsun ^-^
Bunca iş ve okumaya ayrılan vakit, gerçekten çok imreniyorum Okuyanım.
YanıtlaSilSunay Akın kitaplarını çok severek okurum. Öyle incelikli anlatırki olayları.
ay canım benim valla kıskandım :)dersten ve işten hiçbirsey yapamaz oldum süpersin gene birde alıntılar yapıyorsun okumak çok hoşuma gidiyor iyi geliyor bu kadar koşuşturmaca arasında sağol canım paylaşım için öptümm
YanıtlaSilOkuyancım yine çok güzel kitaplar okumuşsun, ben hem Dönüşüm'ü (çok etkileyiciydi) hem de Bir Akdeniz Kedisinin Maceralarını (çok eğlenceliydi:) okumuştum, Sunay Akın'în kitabını da çok merak ettim, hep ilginç konuları buluyor, paylaştığın için teşekkürler, sevgiler:)
YanıtlaSilsunay akını bende çok sever ve beğenirim.bu kitabınıda okumadım ama.hepside çok keyifli görünüyor kitapların.
YanıtlaSilSunay Akının bu kitabını çok merek ettim ve okumayı çok isterim
YanıtlaSilben bu kadar az zaman da bu kadar kitap okuyan bir tek seni tanıyorum
sana da keyifli okumalar canım :)))))))))))))))