Yurt içi ve yurt dışında iyi bir eğitim hayatı olan Belkıs Vassaf dönemi içinde de çok yönlü, girişimci ve aydın bir insan. * Zekeriya Sertel'in Gündüz Vassaf'ın dayısı olduğunu geç de olsa bu kitap sayesinde öğrendim 😊 Eş zamanlı olarak da Zekeriya Sertel'in 'Nazım Hikmet'in Son Yılları' kitabını okudum.
* Kitabın ön ve arka kapak tasarımları etkileyici. Kitapta açıklaması var.
* Gündüz Vassaf Sedef Adası'ndan komşumuz 🍀 Kendimi bu yönden şanslı hissediyorum 😄
* Gündüz Vassaf'ın Cehenneme Övgü ve İstanbul'da Kedi kitaplarını okudum 📚
İstanbul'da Kedi - Gündüz Vassaf
Okuma halleri fotoğraflarıma bakmak isterseniz:
Okuma Halleri, Fotoğraflarla * Annem Belkıs / Gündüz Vassaf
ANNEM BELKIS
Yazarı: Gündüz
VASSAF
Türü: Anı
Yayın
Hakları: İletişim Yayınları
- 1-5.
Baskı 2000, İstanbul (1000 adet) 6. Baskı
2001, İstanbul (1000 adet)
7. Baskı 2004, İstanbul (500 adet)
Kapak
Tasarımı: Hakkı Mısırlıoğlu
Ön Kapak
Deseni: Güneş, Seratan (Yengeç) burcuna girince ortaya çıkan,
bir elinde nalın, bir elinde tas tutan üç başlı kadın biçiminde çizilmiş melek.
(Davetname, Topkapı Müzesi)
Arka
Kapak Deseni: Hz. Muhammed'in insan yüzlü aya parmağını uzatarak onu
ikiye ayırması. (Fal-ı Kuran, Topkapı Müzesi)
- 303 sayfa
Kitaptan Alıntılar;
* Annem babamın
ikinci karısı. Birinci karısı da annemin teyzesi. Babamın ilk karısından olan
çocuklar (sonradan Sertel soyadını alan Zekeriya, Yusuf ve Zehra ile Rukiye
Özkaptan)...
* Hz. Muhammed
bilim neredeyse, Çin'de bile olsa oraya git demişti. Söylendiğine göre Hz.
Muhammed'in okula başladığı yaşa gelince yani 4 yaş 4 aylıkken beni de resmen
okula başlatmışlar. Bu da İslamın eğitime verdiği önemi gösterir. Yıl herhalde
1908 civarıydı.
* (Belkıs'ın ilk
okul günü) Nihayet günün heyecanlı saati yaklaşmıştı misafirler birer birer
toplanıyordu. Gelenek ve İslamiyete göre bu mukaddes bir gündü ve o güne
katılmak bir sevap sayılırdı. ... Misafirlerin elini öperken onlar da beni
okşuyor iki yanağımdan öpüyor 'Maşallah', 'Allah bağışlasın', 'Nazar değmesin'
gibi temenniler de bulunuyorlardı.
... Nenem gibi yaşlılar ki o zamanlar nenem belki 35-40
yaşları arasındaydı çarşaflarının pelerinlerini burunlarının altında
iğnelemişler, gençlerse yüzlerini peçeyle kapatmışlardı. ... iki kol beni
belimden yakaladı ve kucağına kaldırdı. Ve böylece bir top gibi bir kucaktan
ötekine aktarılarak okulun kapısını bulduk. Okula başlayan çocukları kucakta
taşımak bir sevap sayılıyor ve misafirlerden hiçbiri kendini bu mukaddes
ödevden yoksun bırakmak istemiyordu.
... Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Müslüman okullarına bizimki
gibi böyle büyük bir merasimle mi başlanırdı bilmiyorum.
* ... annem
tifoya yakalanmıştı. ... menenjite dönmüştü. Annem böyle ateşliyken bir gece
hep beraber oturuyorduk. Bana bakarak, 'Şimdi kalkıp şu Belkıs'ı boğacağım
geliyor' diye söylenmişti ateşler arasında. Ben haykıra haykıra ağlıyordum.
Annem bu şekilde benim doğmamın, babamın ölümünden sonra bir genç dul olarak
çocukla kalmanın, ona ne kadar büyük ıstırap verdiğini ve belki de beni
geleceği için engel gördüğünden tahtı şuurunda olan bir nefreti belirtiyordu
gibi geliyor bana. Ondan biraz sonra annem ölmüş.
* Zekeriya
ağabeyim ... Yunus Nadi'yle paralarını denkleştirip Cumhuriyet gazetesini
kurdular. Oysa nedense gazetede bir tek Yunus Nadi Bey'in adı çıkar kurucumuz
diye. Daha sonra ağabeyim payını çekip ayrıldı.
* Amerikan
okullarından gelen bir kız vardı ve bana güya gayri resmi olarak İngilizce
öğretecekti. House' kelimesini öğretmişti. Yemekte oturuyoruz. Ben de o gün
denizde yüzerken ayağımı kesmiştim. Sofrada kampın müdürünün masasında
oturuyordum, bana 'How is your foot?' demiş (ayağın nasıl oldu). Bense 'How is'
demesini 'House' anladım ev manasına gelen. 'Ha' dedim kendi kendime, evimizin
nerede olduğunu soruyor. Ben de 'Şişli' diye cevap verdim. O da yarım
Türkçesiyle benim 'Şişli' dememi 'Şişti' anlamış. Bir gülüşmedir başladı.
* Nasreddin
Hoca'nın unutkanlık skeçini yapmıştık. Hoca her şeyi nereye koyduğunu
unutuyordu. Karısı da 'Koyduğunu yaz' diyor. Yatmadan önce Hoca üstünden
çıkardıklarını nereye koyduğunu not ettikten sonra 'Nasreddin Hoca da yatakta'
diye yazıyor. Sabah olunca kalkıyor, sarığını cübbesini buluyor bir de yatağa
bakıyor Hoca yok.
* Galata
Köprüsü'nün iki başında, önlerinde torbalar, adamlar durur ve her geçen oraya
kırk para atardı. Kimseyi geçirmiyorlardı köprüden para vermeden.
* Arnavutköy
tepelerinde çilek tarlaları vardı ve zaten Arnavutköy'ün çileği de meşhurdu.
* Polenezköy
yemekleriyle meşhurdu. Fevkalade güzel yemekler yaparlardı. Hatta o zaman
şişmanlık modası vardı. Herkes oraya kür yapmaya, o güzel yemeklerden yiyip de
şişmanlamaya giderdi.
* Köprüden
geçerken karşı istikametten koşa koşa Sabahattin Ali geliyordu, belki de vapura
yetişmeye çalışıyordu. Ona 'Aman kuzum Zekeriya ağabeyime haber ver polis beni
götürüyor' dedim ama kendi telaşı ağır bastığından pek aldırmadı, gitti.
Polislerin nezareti altında kan ter içinde Sultanahmet'i boyladık.
* Ethem
şahitliğini yapacak birisini arıyor. Mazhar Osman'a gitmiş. Türkiye'nin
psikiyatri kurucusu Mazhar Osman. Ethem'i o yetiştirmiş. Stajını Mazhar
Osman'la görmüş. Hatta Tünel tarafında birlikte muayehane açmışlar. Mazhar
Osman Ethem'e kiminle evleniyorsun diye sormuş. Öğrenince de 'Aman' demiş
Mazhar Osman 'Sakın ha Darülfünun mezunlarından, okumuş yazar kadınlardan
kaçın, sakın onlarla evlenme'. Ethem'e ihtar etmiş ve bu yüzden gelmemiş
şahitliğe.
* Belkıs-Ethem
çiftinin evine hırsız giriyor: ... bu gençler Türkiye'de en tanınmış bilinmiş
ve kültür hayatımıza geçmiş insanların oğullarıydı. Birisi şair Mehmet Akif'in
diğeri de şimdi adını hatırlamadığım ünlü bir mahkeme reisinin. Meğer anahtar
uydurup bizim evin kapısını açıp içeri girmişler.
... Elmasları kırıcıya satmışlar. Ellerine çok para geçmiş.
Meğerse bu gençlerin ikisi de eroin tiryakisiymiş ve onun
tesiriyle bunu yapmışlar.
* Darülmuallimat'ta
beş yıl hep sınıf birincisi olmam Robert Kolej'de burslu okuyabilmemi sağladı.
* Ethem,
depresyon geçirenler için Nevropatin diye bir ilaç formülü keşfetti. Bir ilaç
şirketiyle anlaştı, patentini aldılar ve müthiş tutuldu bu ilaç piyasada.
* New York'taki
zenciler Harlem denilen bir yerde yaşarlardı. Başka yerlerde kimse onlara ev
vermezdi. Çok kötü ve kalabalık şartlarda üst üste otururlardı. Hatta 'sıcak
yatak odaları' diye odalar vardı o zaman. Belki de hala var. Bir odayı üç
kişiye kiralıyorlar, her birine 8 saatliğine. Öteki saatlerde adam dışarıda
işinde gücünde her neyse. Onlara sıcak yatak odaları denirdi çünkü yatak
soğumamış oluyor. Birisi çıkıyor, öteki giriyor içerisine.
* Türk okullarına
tabiat bilgisi dersleri için çalışma yapacaktım. Sonraları bu Türkiye'de ders
kitabı da oldu. Ayrıca gene Türkiye'de ilkokullar için aritmetik ve coğrafya
kitapları yazdım.
* İlkokullar için
coğrafya ve aritmetik kitapları ile Milli Eğitim Vekaleti için öğretmen kitabı
olarak kullanılmak üzere Çocuk ve Gençlik Psikolojisi adlı kitabımı hazırladım.
* Bir de o
yıllarda New York sosyetesinin merakı gece yarısı mahkemelerine gitmekti. Biz
de bir gece üniversiteden birkaç arkadaş gittik. Cürüm çok olduğundan bu
mahkeme gece de açıktı. Sosyetenin süslü püslü insanları lokantadan çıktıktan
sonra bu mahkemenin dinleyiciler kısmına gelir, sefaletten kırılan insanların
yargılamalarını dinlerdi eğlence babına.
* Amerika'da biz
özel hastanede Ethem ilk defa alkoliklere insülin tedavisi başlattı, tıp
dergilerine bu konuda araştırmalarını anlatan yazılar yazdı ve müthiş muvaffak
oldu. İlk defa başarıyla insülin tatbik eden Ethem olmuştu ve bu Amerika'da
yayıldı.
* O yıllarda
Amerika'da kadın erkek eşitsizliği çok yaygındı. Kadınlar okullarda öğretmen
olabiliyor, ama yönetici olmaları istenmiyordu. ... Böylece ben de Harvard'ın
bu fakültesinde ilk kadın öğrenci olmuştum.
* 1936'da
Türkiye'den ayrıldığımda arkadaşlarımın hiçbirinde radyo yoktu. Aynı yıl
gittiğim Amerika'nın günlük yaşamındaysa radyo pek yaygındı. Hemen herkesin
evinde radyo vardı.
* Biz North
Carolina'da iken, İkinci Dünya Savaşı başlamıştı. Orada 'Savaş Sonu Dünya' diye
bir komite kurmuşlardı. Bu komitede üniversite profesörleri, devlet idaresinden
memurlar ve aydınlar vardı. Bana da üyelik teklif ettiler o komitede.
Çalışmalarımızın parçası olarak hepimiz radyoda bir konuşma yapacaktık. Ben de
konuşmamda Birinci Dünya Savaşı'nda sarf edilen parayla toplumun ilerlemesi
için ne gibi şeyler yapılabileceğini anlatmıştım. Bu savaşa harcanan 100 milyar
doları aşkın parayla örneğin Rusya, Almanya, Fransa, Amerika gibi savaşa
katılan ülkelerde yaşayan her aile möbleli bir ev sahibi yapılabilir, artan
parayla da orta boylu her şehirde de birer üniversite kurularak hocalarının
maaşları neredeyse ilelebet ödenebilirdi.
* Amerika'daki
ırkçılık çok tuhafıma gitmişti. Bunu daha ilk senede Smith'teyken görmüştüm.
Kızlardan biri 'Ben ırk ayırmam ama,eğer bir yüzme havuzunda bir zenci kız
varsa ben o havuza girmem' demişti. Gene Smith'teyken Amerika'nın meşhur zenci
operacılarından Marion Anderson gelmişti konser vermeye. Fakat Northampton'daki
oteller ona oda vermemiş, Marion Anderson da profesörlerden birinin evinde
kalmak zorunda kalmıştı.
* Amerikalılar
kuzeyde ırk ayrılığı yok diye bilirlerdi kendilerini. Fakat New York'ta
International House'tayken yemekli bir toplantıda bir karanın konuştuğunu
hatırlıyorum. 'Ben güneyde daha rahat yaşıyorum çünkü neleri yapıp neleri
yapamayacağımı, nereye gireceğimi, nerede yemek yiyeceğimi, nerede oturacağımı
biliyorum. Halbuki kuzeye gelince güya bana hürriyet verilmiş gibi istediğim
yere gidebilirim, istediğim lokantada yemek yiyebilirim diye davranıyorum. Ama
hiç de öyle değil. Bir defa örneğin iki beyaz arkadaşımla bir lokantaya
gittiğimizde, aynı yemeği ısmarladığımız halde benimkisi yenmeyecek kadar
tuzluydu. Ya da yer olduğu halde otellerin dolu olduğunu söylerler örneğin.
* Bir otele
gittik Miami Beach'te. Kayıt formu dolduracağız bir de baktık önümüzde masada
bir yazı var 'Gentiles only' yani ancak Yahudi olmayanlar kalabilir diye.
* Savaş öncesi
cumhurbaşkanının eşi Mrs. Roosevelt'in bir konuşmasında 'Karalara da
memleketlerine hizmet etme fırsatı verilmeli. Onlar da askere alınmalı'
dediğini hatırlıyorum. Amerika Alman ırkçılığına karşı Avrupa'da savaşa
girecekti belki ama daha kendi ordusuna zencileri asker olarak kabul etmiyordu.
* Amerika'da
kadınların deniz kıyafeti hiç de yüzmek için elverişli değildi. Bacakları
gözükmesin diye çorapla denize girmekten yeni kurtulmuşlardı ama gene de
dizlerin altına kadar sarkan mayolar giyiliyordu. Erkekler de mayolarının
üstüne göğüs kısmını kapatan bir fanila giyiyordu.
* Levent
mahallesini 1940'ların sonunda Emlak Kredi Bankası inşa etti. ... Evler satışa
sunulduğunda pek yoğun bir talep olmadığını hatırlıyorum. Dağ başı, kurtlar
iner diye pek ilgilenen yoktu. Oysa satış koşulları çok uygundu: 20 bin liraya
20 yıl taksitle bahçe içinde evler. İlk yıllarda Taksim'den günde bir otobüs
kalkıyordu Levent'e. Dolmuşlar Şişli'den öteye gitmezdi. Mecidiyeköy gerçekten
bir köy, Etiler ise yoktu. Levent'ten sonra toprak yol devam eder, çilek
tarlalarından geçer ve nihayet Hisarüstü'nden bugün Boğaziçi Üniversitesi'nin
olduğu yerdeki büyük bir domuz çiftliğine varılırdı. Levent'ten sonrasının
önemli bir kısmı da askeri bölgeydi.
* Ama asıl mesele
Şükrü'nün (Martel) ailesinin onu Amerika'da sanmalarıydı. Çünkü bir iki 'Ah
birbirimizi ne de çok özledik' mektubunda sonra ailesi Şükrü'den onu bunu
istemeye başladı. Şükrü Amerika'da ya. Gömlek, teyp falan derken traktöre kadar
ısmarladılar. Şükrü'de Moskova'da küplere biniyor tabii. Hem Sovyetler'de bir
tükenmez kalem bile bulunmadığından bir komünist olarak azap duyuyor, hem de
ailesinin açgözlülüğüne öfkeleniyor. Yıllar sonra soğuk savaş yerini yumuşamaya
bırakınca Türkiye'ye geldi ve galiba ailesine de kızgınlığından bir miras
davası açtı.
* Bu pazar günü
Sedef Adası'ndan Büyükada'ya geçmek üzere Sedef vapuruna bindim. Vapura adım
atar atmaz iğrenç bir hela kokusu midemi bulandırdı. Dışarda memleketimiz için
pislik hakkında yapılan söylentiler aklıma geldi. Dayanamadım belki de hakkım
olmadan helaların önünde duran memurlara üzüntümü söyledim ve acaba bunun önüne
geçemezler mi diye sordum. Soruma memurlar gayet terbiyesizce ve adeta hakaret
ederek cevap verdiler. Derdimden üzüntümden anlar, bu koku ve pisliğin
memleketimizin ne kadar aleyhine olduğunu takdir eder umudu ile kaptanla
konuşmak istedim. O ise beni daha da büyük bir hakaretle karşıladı ve öfkesini
'Haydi moruk defol git karşımdan' diye tamamladı. Şunu da ilave edeyim ki vapur
henüz hareket halinde değildi. Şaşırdım ve daha da üzüldüm. Üstünden haftalar
geçtiği halde adını vermek istemediğim kaptanın bana hakareti değil de
anlayışsızlığı ürküttü ve de üzdü. Bu mektubu şikayet için değil daha yüksek
makamdakiler ve yurttaşlarımla paylaşmak için yazıyorum.
Belkıs Halim
^-^ KEDİLER ^-^
* ... ateşin
yanında mırıldayan kedi...
* ... kedilere
isim takmıştık.
* ... mavi
kedibastıdan (hafif tüylü kumaş üstünde güya kedi basmış gibi ayak izleri,
kıvrılmış tüyleri vardı) bir palto yapılmıştı.
* Hayvanlar,
insanlar, kedi köpek, çocuklarla çaresizlikle güven içinde sarıldıkları
anneleri...
* Resim
imtihanında da bir kedi modeli koymuşlardı.
* Bu fotoğrafçı
ailesi bizim balkona ölmüş kedilerini atmış, hatta Gündüz balkonda oynarken
üstüne halılarını silkelemişlerdi.
- Yazım-Basım Hataları -
* Sf/ 26
... eşyasıydı
Nokta yok...
* Sf/ 81
... başladı. dayım...
* Sf/ 82
- ye-
rden...
* Sf/ 102
'Aferin be kardeşim, aferin be kızımla'...
* Sf/ 107
Ben se...
* Sf/ 158
... kendi telaşı ağır bastığında
pek aldırmadı...
* Sf/ 186
... arka-
mdan...
* Sf/ 208
Bizde de New
York'un Grand Central denilen istasyonundan trene bindik.
* Sf/ 239
Northhampton'daki...
Haziran 2017
Yazar Hakkında Bilgi= Gündüz
Vassaf (d. 1946,
ABD), Türk yazar ve psikolog.
Liseyi
İstanbul Robert Koleji'nde tamamladıktan sonra 1968'de George
Washington Üniversitesi'nde psikoloji eğitimi gördü. 1977'de Ankara Hacettepe Üniversitesi'nden doktorasını
alan Vassaf, uzun bir süre Ankara Üniversitesi Mediko-Sosyal Merkezi'nde
öğrencilere psikolojik danışmanlık yaptı. Uluslararası
Psikologlar Konseyi yönetim kurulu üyeliğinde bulunan Gündüz
Vassaf, 12 Eylül askeri darbesinden sonra
öğretim üyeliği yaptığı Boğaziçi Üniversitesi'nden istifa etti.
O
tarihten sonra Kassel, Bremen ve Marburg Üniversitelerinde
öğretim üyeliği, Kanada'da McGill Üniversitesi Center for
Developing Area Studies'te konuk akademisyen, Amsterdam'da Averoes Stichting'de
klinik psikolog, Viyana'da Institut für
Höhere Studien 'de konuk araştırmacı olarak bulundu.
Yazar, psikoloji alanındaki
eserlerinden çok, tarihe farklı bir bakış açısıyla yaklaştığı çalışmalarıyla
tanınmaktadır. Halen Radikal gazetesinde köşe yazarlığı yapmaktadır. İnsan,
tarih, sosyoloji, popüler kültür konularında her Pazar yayınlanan "Gerçek Orada Bir Yerde" adlı
programda Murat Belge ve Şerif Mardin ile
birlikte yer aldı.
·
Zekâ ve Zekâ
Testleri Nedir Ne Değildir?, Ankara Üniversitesi Mediko-Sosyal Merkezi
Yayınları, Ankara, 1977
·
Temel Zihin
Yetenekleri Testi, Ankara Üniversitesi Mediko-Sosyal Merkezi Yayınları,
Ankara, 1977
·
Introduction to
Psychology (Editör), Bogaziçi Üniversitesi, İstanbul, 1978
·
Wir haben unsere
Stimme noch nicht laut gemacht; Türkische Arbeiterkinder in Europa, Res
Publicae, Felsberg, 1985
·
Cehenneme Övgü,
Gündelik Hayatta Totalitarizm, İletişim Yayınları, İstanbul, 1992
·
Cennetin Dibi,
Modern Zamanda Eğlencelik Hayat, İletişim Yayınları, İstanbul, 1999
·
Annem Belkıs,
İletişim Yayınları, İstanbul, 2000
ARKA KAPAK –
Gündüz
Vassaf’ın kalemiyle annesinin hikâyesi. Öksüz bir Rumeli kızının Osmanlı
İmparatorluğu’nun sınırlarında başlayan hayatı bize gündelik yaşantının
unutulmuş pek çok ayrıntısını tanıtarak bilinmeyen evlere misafir ediyor.
Osmanlı, Cumhuriyet Türkiye’si ve ABD’de yüzyıla yakın süren çarpıcı bir
yaşantının ışığında kadının toplumdaki yeri.
İmparatorluğun son yıllarında Balkanlar’da dindar bir ailenin Türk katliamı öncesi günlük yaşantısı, Yunan işgali altında Anadolu, İstanbul’da tek başına yaşayan bir genç kadının yılları, Robert Kolej’den sonra Dârülfünun’da felsefe öğrenciliği Belkıs Halim’in anılarında birer birer canlanıyor. Genç Cumhuriyet’e alışmanın acı tatlı serüvenleriyle de karşılaşıyoruz. Kitapta Çamlıca Kız Mektebi’nde jambon devrimi, çapkın Kur’an’cılar, İstanbul semalarında atılan kızlı erkekli uçak turları ve tabii başımızdan eksik olmayan gizli polisimiz. II. Dünya Savaşı yıllarında Harvard’da erkekler arasında okuyan bu tek kadının Amerika’nın akıl hastanelerinde yarım asır süren psikologluğu… Soğuk savaş yıllarında Ankara’da Amerikan askerlerinin “beyliği”, Moskova’da Türk komünistlerinin ibret verici serüvenleri.
Orhan
Pamuk'un 'düz yazımızın en özgür ruhlu kalemi' diye tanımladığı Cehenneme Övgü
ve Cennetin Dibi yazarı Gündüz Vassaf bu sefer de annesiyle paylaştıklarını
tarihle buluşturuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder