28 Temmuz 2013 Pazar

Seyir Defteri - Nedim Gürsel

Biten ve biriken kitapları paylaşma vakti:)



SEYİR DEFTERİ

Yazarı: Nedim GÜRSEL
Yayın Hakları: Can Yayınları
(www.canyayinlari.com.)
-  1990
-   152 sayfa


Kitaptan Alıntılar;

* Bir zenci çocuk sokak kapısını açınca içeri bulut giriyor.
  
* Esmer tenli kadınlar gördüm, yoksulluğun rengi yoktu.

* Dün Vera Feonova ile Nazım’ın evine gittik. Yapının girişine bir levha konmuştu: ‘Devrimci Türk şairi Nazım Hikmek 1952-1963 yılları arasında burada yaşadı.’ Vera’yı gördüm, Vera Tuyakova’yı. Şişman, son derece cana yakın, güzel –hala güzel- bir kadın. Nazım’ın deyimiyle ‘mısır püskülü’. Yani saçları saman sarısı, kirpikleri ‘mavi’. Çok candan karşıladı beni. Vera Feonova çevirmenliğimizi yaptı. Nazım’ın çalışma odasını da gördüm. Pencereye –parka bakan küçük pencereye- Karagöz figürleri yapıştırılmıştı. Duvarda Picasso’nun gravürleri. Kitaplar, yazı makinesi, masanın üzerinde Rusça sözlük. Salonda Avni Arbaş’ın, Abidin Dino’nun tabloları.

* 25 Ağustos 1983 / New-York – Chinatown’da yani Çin mahallesinde. Kentin başka mahallelerine adımlarını bile atmamış yüz yaşında kadınlar gördüm.bir tek İngilizce sözcük bilmiyorlardı.

* 21 Mayıs 1987 / New–York – 1880-1890 yılları arasında limana Avrupa’dan beş milyon göçmenin geldiğini, 20. yüzyıl başlarında kent halkının % 70’nin izbelerde yaşadığını bilmiyordum.

* Elimdeki rehber New-York’un 1626 yılında Hollandalı Peter Minuit tarafından 24 dolara Kızılderililerden satın alındığını bile yazıyor.

* 1641 yılında bir Fransız gezgini, o zamanlar küçük bir kasaba olan kentte 18 değişik dil konuşulduğunu not etmiş.

* Peter Stuyvesant ise –kentin son Hollandalı valisi- İngilizlere karşı Manhattan’ı doğudan batıya kateden bir duvar çektirmiş bugünkü Wall-Street’in bulunduğu yere.

* 22 Mayıs 1987/New-York- Taksiyle dönerken yerin altından buharlar çıkıyordu. Mazgalların üzerine uzanmış, buharla ısınan yoksullar gördüm. Regan’ın Amerikası yuppilerle açların ve işsizlerin bir arada yaşadığı bir ülke.

* 25 Aralık 1989/Boston- Boston’da bir liman meyhanesinin tahta masasına oturmuş her biri sirke küpü büyüklüğündeki biraları devirirken ‘Annabel Lee’ şiirini anımsamamak mümkün mü? … her şey, evet her şey yüz seksen  yıl önce bu kentte doğan Edgar Allan Poe’yu anımsatıyor. Onun fantezilerle dolu öykülerini, şiirlerindeki ince belli, uzun siyah saçlı solgun kadınları, küf kokan odaları, alkol denizinde boğulan mutsuz insanları. Bir cesetle birlikte duvara örülen kara kediyi, yarasa ve kargaları. Evet özellikle de bir kış gecesi, bu geceki gibi aralık ayında bir gece yarısı pencereye vurup içeri girdikten sonra başucunuza tüneyerek cırlak sesiyle ‘Nevermore’! diye haykıran o uğursuz kuşu. Yaşam tüm acıları, yitirdiğiniz tüm sevdalarıyla bu sestedir artık. Gece lambanın ışığında kuzguni bir kargadan başka konuşabileceğiniz tek canlı yaratık yoktur. O da ‘Nevermore’! (Bir daha asla!’ diye yanıtlar her sorunuzu. Ne ölüler canlanır ne bir haber gelir yitirdiklerinizden.

* 19 Ekim 1989, Belgrad- Yazarlar toplantısı boyunca Sırp ulusçuluğundan sıkıldım. Kosova yenilgisini, altı yüz yıl sonra, bir büyük zafer sayıyorlar. Savaşta öldürülen Prens Lazar’ı aziz mertebesine çıkarmışlar, o çağın etik kurallarını hiçe sayarak Sultan Murad’ı çadırında hançerleyen Miloş Obiliç’in büyük bir kahraman olduğuna karar vermişler.
… İyi de, hala Türklerin barbarlığından söz etmek niye?
Bize verdikleri İngilizce kitapta Tihomir Djordjeviç imzasıyla yayımlanan şu satırları okudum: ‘Türklerin barbarlığına ve kaba güce karşı biz Sırplar Kosova’da Avrupa uygarlığını savunduk.’ Neyseki tüm yazılar bu tür önyargılarla dolu değil.
İyi de bundan yazarlara ne! Yazarların insanlığa, dünya halklarına vermeye çalıştıkları mesaj her şeyden önce evrensel olmalı, halkları birbirlerine yaklaştırmalı.
- Sırpça’da Türkçe sözcük olup olmadığını sormuşlar bir Yugoslav’a. ‘Hiç yok!’ demiş Türkçe olarak.

* Picasso’nun ‘Guernica’ tablosu.
Guernica (İspanya)- 26 Nisan 1937’de Alman uçakları üç saat boyunca yerle bir ettiler Guernica’yı. Taş üstünde taş bırakmadılar. Otuz ton bomba atıldı eski evlerin, taş yapıların, kiliselerin üzerine. Avcı uçakları mitralyözlerle kadınların, çocukların ve hayvanların üzerine saldırdılar. Tavukları bile tarayıp geçtiler hiç acımadan. Guernica bombardımanı Nazi savaş sanayinin en gelişmiş buluşlarını denediği, en yeni bombaların yıkma gücünü sınadığı bir gösteriydi. Tarihte ilk kez, halkın direncini kırmak amacıyla hiçbir stratejik önem taşımayan bir kent yerle bir ediliyordu. Guernica yoktu artık.
Picasso İspanya özgürlüğüne kavuştuğunda ‘Guernica’ tablosunun ülkesine gönderilmesini vasiyet etmiş, İspanya özgür bugün, Guernica da Madrid’de.
Alman işgali sırasında Paris’teki atölyesinde Guernica’nın bir röprodüksiyonunu gören Nazi subayının ‘Bunu siz mi yaptınız?’ sorusuna Picasso’nun verdiği yanıtı anımsıyorum: ‘Hayır, siz yaptınız!’.



* … Makbet’in cadılarının sesini duyar gibi oldum. ‘Gelsin karanlık ruhlar / Bu kazanda dert kaynar / Gün batıp ay doğunca / Cin çalar peri oynar…

-Yazım-Basım Hataları-

* Sf/20
… beyazpeynir…

* Sf/32
Nevw – York

* Sf/50
Mektubu bitirinci…

* Sf/56
… bulunduğumn…

* Sf/58
… köksüzlüğün yolaçtığı…

* Sf/69
… başlarında şeşyalarıyla…

* Sf/86
Aradabir…

* Sf/87
… Ankara’ya hu um etti.

* Sf/104
Hemingway’in Günneş de Doğar…

^-^ KEDİLER ^-^

* Pencereden vuran günışığıyla birlikte kediler de giriyorlar içeri. Onların yatağa sokuluğ keyifle mırıldamalarını yüreğimin ta içinde duyuyorum.

* Ara sokaklardan bir ölü kedinin sıcakta dağılan kokusu geliyor.

* Surlardan içeriye, eski kente girdiğimde çocuklar, kediler ve çöp tenekeleriyle oynuyorlardı.

                                            Okuduğum tarih: 5 Temmuz 2013



ARKA KAPAK –


“Mavi boyalı bir tahta kapının önüne oturdum. Güneş zeytinlerin arkasından batıyordu. Bir an kendimi çölde yürürken gördüm. Uzakta, günler geceler boyu süren bir yürüyüşün sonunda, beyaz bir kent belirdi. Susuzluktan ölmek üzereydim. Yüksek duvarlarla çevrili, hem çok uzak hem elimi uzatsam dokunabileceğim kadar yakın bir kent. Bir serap mıydı? Olmayan suda yansıyan yüzün müydü yoksa? Seni unuttum işte. Bakışını, beyazlığını, yüzünü unuttum. Yaşadıklarımızı da. Mavi kapının önünde batan güneşe karşı oturmuş bir yabancıyım artık. Bilemeyeceğin kadar uzağım sana. Ve gemiye dönme umudu hiç mi hiç yok.”
Nedim Gürsel'in şiirsel anlatımıyla Rio'dan Moskova'ya, Atina'dan New-York'a, Marakeş'ten Viyana'ya ve elbette Paris'e çıkaracağınız bu yolculukta yalnızca yazarın izlenimleri değil, anılarıyla düşünceleri de eşlik edecek size. Dünyayı dolaşırken benzersiz manzaralarla, geçmiş günlerin çağrışımlarıyla, en önemlisi de kültür ve sanat yapıtlarıyla zenginleştiğinizin farkına varacaksınız.

4 yorum:

  1. beğenerek okuduğum kitaplardan biriydi.tavsiye ederim bende bakanlara..

    YanıtlaSil
  2. özlemişim postlarını... tam benlik bir paylaşım olmus aldım listeme tesekkurler

    bu arada kıtap cekılısıme gelmediniz:(

    YanıtlaSil