ağladı ve gözyaşlarını öptüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ağladı ve gözyaşlarını öptüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Şubat 2017 Cuma

Okuma Halleri, Fotoğraflarla - Sürgün / Aytuğ Akdoğan

Kitapla ilgili yorumumu okumak isterseniz:

Sürgün - Aytuğ Akdoğan


Kültüy 


Okuyalım güzelleşelim:)


Fender 


Defterimden...


Çılgın Balım 


Okuyalım güzelleşelim:)


Keyifli okumalarınız olsun.
Çılgın Balım 


Sürgün - Aytuğ Akdoğan

Aytuğ Akdoğan'ın beşinci benim ise yazardan okuduğum dördüncü kitabı. Kitapta çok sağlam, çok yerinde cümleler ve fikirler var. Zaten alıntılar kısmında aşağıda paylaşacağım.


Aytuğ Akdoğan kitap paylaşımlarım için:

Duvar- Aytuğ Akdoğan

Ağladı ve Gözyaşlarını Öptüm - Aytuğ Akdoğan

Ben, Hiçbir Şey - Aytuğ Akdoğan



Okuma halleri fotoğraflarıma bakmak isterseniz:



SÜRGÜN
Yazarı: Aytuğ AKDOĞAN
Türü: Roman
Yayın Hakları: Epsilon Yayınları
-   1. Baskı: Eylül 2016
Kapak Tasarımı: Berkcan Onar
-   176 sayfa


 Kitaptan Alıntılar;

        * Hem matematiği de sevmezdim ben! Sayılara değil, sözcüklere güvenirdim.

        * ... sadece kendi şiirlerinin olduğu bir dergi çıkartmış. Onu sokaklarda bir el arabasıyla 'Şiirci geldi!' diye bağırarak satıyormuş.

        * Ailesi tarafından aşağılanmış ya da yalnız bırakılmış her çocuk potansiyel bir katildir. Aile, dünyada en çok katil ve terörist yetiştiren kurumdur.

        * ... bu o kadar derinde açılmış bir yaraydı ki, iyileşse dahi ruhumda dövme gibi bir iz bırakacağı kesindi.

        * Ardından denize -özgürlüğe- bir adım daha atıp suyun içine girdik. Köpek, ağzını kapatıp başını yukarı kaldırdı ve ciddiyetle suyun içinde daireler çizerek yüzdü biraz.
         ... Üstümü giymeden köpeğin yanına oturdum ve ona elimi uzattım. Sağ ön ayağını sevgilisinin elini kavrar gibi avuçlarımın içine koydu. Gözlerimin tam içine baktı. 'Görüyorum' diye fısıldadı sanki. 'Görüyorum gözlerinin arkasındaki karanlığı, kalbindeki sürgünü, içindeki yabancıyı ve gölgeni. Her şeyi biliyorum!'
         ... tüm kederimi ve utancımı çıplak gözyaşları eşliğinde deniz kenarındaki bir köpeğin boynuna akıttığımı ve hayatım boyunca hiçbir insana bu denli sıkı ve sahici sarılmadığımı fark ettim.
         ... gözlerimi yumdum... Koyda çırılçıplak boynuna sarılıp ağladığım köpeği gördüm. Hüznüme rağmen iyilikle, mutlulukla anımsadığım o tüy yumağı vicdanı. Bende olmayan her şeyin ve bir gün yeniden dönüşmeyi arzuladığım ruhun temsiliydi o. Tüm bu alçaklığın ve haysiyetsizliğin içinde inadına bağışlayıcı ve alabildiğine aydınlık bir can!
           
         * Yukarıdaki yamaçlardan havlayan bir köpek, aşağıdakileri harekete geçiriyor; kısa bir süre sonra tüm köpekler kendi aralarında kurdukları bir dille haberleşmeye başlıyor ve bu dilden anlamayan gerizekalı insanoğulları da bağıra çağıra onları susturmaya çalışıyordu.

        * ... hayvanlarla paylaşmadığı hiçbir yemekten keyif almazdı.

        * 'Yerli malı insansız savaş uçağı yapmışlar, bununla övünüp poz vermişler.'
         'İyi işte,' dedi gençlerden biri. 'En azından insan olmaz artık içinde.'
         'Eskiden de yoktu ki,' dedim. 'Hiroşima'yı bombalayan pilot mesela, 'Hiç pişmanlık duymadım' demiş. Ve doksan iki yaşına kadar yaşamış.'
         Gece, 'Kenan Evren de öyle söylemişti,' dedi. 'İdam kararlarını verirken ellerim hiç titremedi' diyordu. Adamın elleri sadece yaşlılıktan titredi. Astığı tüm çocuklardan fazla yaşayıp, doksan yedi yaşında öldü.

        * İnsanların tek bir doğum ya da ölüm tarihi olduğuna inanmıyorum. Bakmayın siz mezar taşlarındaki o rakamlara! İnsan sık sık ölür ve yeniden doğar aslında.

        * Herkesin tedavisi farklıdır. Kiminin kedidir, kiminin şiir.

        * Hep birlikte çürümenin kitabını yazıyorduk ve ben, hayvanlar ve bitkiler dışında her şeyin; dünyanı bu hale getiren tüm insanlığın ve silahların üstüne tükürmek istiyordum!

        * Çünkü Kafka haklıydı. Kendimden başka hiçbir eksiğim yoktu. Ve kendim, içine hızla düşmekte olduğum boşluğun dibindeydi. Yani ölümde! - Yani yaşamda!

        * 'Bence içgüdüleriyle yaşayan hayvanlar değil, insanlar,' dedi. 'Yoksa savaş çıkartmak için kim beyne ihtiyaç duyar ki?'

        * Çünkü hayat böyledir. Çoğu kez kötü şeyler olur ve iyi insanlar vicdan azabı çeker. Çünkü vicdanları vardır! Gerçek kötülerin utanç duyduğu nerede görülmüş?


^-^ KEDİLER ^-^

        * Kedi gibiydi. Gördüğü en ufak bir şey, en basit ayrıntı bile onun için neşe ya da oyun kaynağı olabiliyordu.

        * Herkesin tedavisi farklıdır. Kiminin kedidir, kiminin şiir.

        * Aşıklar, yalnızlar, kediler, ... hepsi uyuyordu.

        * Dünyadan kaçıp kaçıp yavru kediler gibi birbirimizin göğsüne saklanır...

        * Yaşam bizimdi! Düşler, renkler, kediler, ağaçlar ve gökyüzü, her şeye rağmen, hala bizimleydi.

        * Yoksa reenkarne olup Hindistan'da bir sokak kedisine mi dönüşmüştü?

                                                                           Şubat 2017


 Yazar Hakkında Bilgi=  http://aytugakdogan.blogspot.com.tr/


ARKA KAPAK –

"İlkgençliğim boyunca birçok ülke gezmiş, onlarca şehirde dolanıp yüzlerce sokakta kaybolmuş ve binlerce kez izmarit ezmiştim asfaltlarında. Gittiğim ülkelerin saati kaçtı bilmezdim. Öğrenmek de istemezdim. Ah! Tatlı, güzel yalnızlığım benim! Bir gölge gibi tüm o yabancı seslerin ve yazıların arasında aylakça yürümek ve yürümek büyüleyiciydi. Sağır ve dilsiz ederdi beni şehirler. Ve bu özür garip bir şekilde özgürleştirirdi ruhumu. Bana kendi yabancılığımı unutturur, bambaşka bir yabancılık bahşederdi."


Genç yazar ve arkadaşları, yıllar sonra ortak bir dostlarının cenazesinde yeniden bir araya gelir ve hep birlikte bir yola çıkarlar. Gece, Doğu'da sahip olamadığı "kadın" kimliğini ararken, Rüzgâr ise Batı'da kendisine yüklenen "erkek" kimliğinin zorunluluklarından kaçmaktadır. Yolları bir koyda kendilerini yersiz yurtsuz hisseden başka gençlerle kesişir ve bu komüne dâhil olurlar. Melankoli, eğlence, seks ve uyuşturucu ile geçen günlerin ardından ise dünyadaki en büyük göç dalgalarından biri başlar. Mültecilerin sırt çantalarıyla Avrupa'nın sınır kapılarına dayandığını gören genç yazar, bu yolculuğun izini sürmek üzere bir kaçağa dönüşür ve onlarla birlikte yola koyulur. Çünkü en iyi çıkış yolunun, tam da içinden geçmek olduğunu düşünmektedir...


17 Haziran 2013 Pazartesi

Ben, Hiçbir Şey - Aytuğ Akdoğan

Yazarın ilk olarak 'Ağladı ve Gözyaşlarını Öptüm' isimli kitabını okumuştum. Özellikle kitabın ismini çok beğenmiştim. Paylaşımım burada.



Pek beğenerek okuduğumu söyleyemeyeceğim. Beklentimin çok altında kaldı.


BEN, HİÇBİR ŞEY
Yazarı: Aytuğ AKDOĞAN
Yayın Hakları: İkinci Adam Yayınları
-  3. Baskı: Mayıs 2013
-   144 sayfa

Yazar Hakkında Bilgi= http://aytugakdogan.blogspot.com/

Kitaptan Alıntılar;

        *
         hayalinde hiç ayak basılmamış bir yere gitmek olmasına rağmen
         her gün binlerce kişiyle aynı sokaklarda, aynı caddelerde, aynı meydanlarda yürüyen dalgın, düşünceli ergen

        * Günün en güzel zamanı hep gece olurdu; benliğim ancak geceleri gerçeklik kazanabilirdi.

                * Konuşmak mı bir eylem susmak mı? Keşke diyorum, susma yerleri de olsa, konuşanı atsalar dışarı.

         * Özgürlüğün hayal olduğu bu şehirden ve onun bütün pisliklerinden kurtulacağım için seviniyorum; artık başka bir şehrin kalabalığı için endişelenebilirim.

         * Sizin gibi insanlar dostum, sadece eğlendirir ya da sıkarlar beni, bana sonrasında düşünmem için tek bir kelime bile edemezsin.

         * ‘Bir ceset olsaydın ancak bu kadar öldürebilirlerdi seni.’
                                               Jean Nicholas Arthur Rimbaud

         * İstanbul’da kafamdaki düşüncelerin ağırlığından sokakta yürüyemez hale geldiğim olurdu. Ama buradayken gece-gündüz koşabilirim…

         * Yarın bir gün aklına bir cümle gelir de, o cümleyi ben yazmışsam, artık neden üzülürüm ki öldüğüme, öleceğime?

         * … bir ceset gibi gömülü kalbim…

^-^ KEDİLER ^-^

* … tek yaptıkları önümden geçmek olan kedi ya da köpekleri terslerdim.

* Bazen panik halinde bir kedi geçerdi önümden –bu kediler neden bu kadar stres altındalar anlamıyorum- ve tam devam edeceği sırada aniden durup hayret içinde bana bakardı: ‘Ne yapıyor bu Allah’ın cezası burada?’

* Benim mahallemde de onlarca kediyle yaşayan … yaşlı bir kadın vardı.

* Daha önce hiç görmediğime emin olduğum bir kız sabaha karşı kapımı çaldı ve … bir kediyle içeri daldı:
‘Burada yaşadığını öğrendim ve yalnızlığına eşlik etmesi için kedi getirdim sana.’
… Kalktı ve evin içinde dolanmaya başladı. … Bir süre sonra kedi de onu takip etmeye başladı.
Yalnızlığımı bu şekilde bölmeye hakkı yoktu. Ciddi olduğumu göstermek için kediyi ensesinden tuttum ve ‘Onu burada istemiyorum!’ dedim.

* … gözüm senin getirdiğin gibi bir kediye ilişti; onlardan pek haz etmem, ancak bir kedinin kendini yalamasını saatlerce izleyebilirim.

* … eve getirdiği kediyle camdan gidişini izledim.

Birkaç dakika sonra, kızın geri gelme ihtimali ve kedinin defolup gitmesi için evin kapısını aralayarak yeniden uykuya daldım. Ertesi akşam gözümü açtığımda ortalıkta ne kedi varı, ne de o hasta kızı bana anımsatabilecek herhangi bir şey.

* ‘Bir kedi alırız’ dedim, ‘Sen seversin kedileri.’

* ‘Baksana’ dedim, ‘Neden buralarda hiç kedi yok?’
‘Çinliler onları eve götürüp yiyorlar da o yüzden’ dedi.

* … bir süre daha burada kalalım. Hem belki kedi falan geçer.

* Pis bir sokak serserisi, işte böyle bir kediye dönüştü.

* Öncesinde de sadece bir kedi vardı kucağında.

*
Köpekler gibi cesur bazen
Kediler kadar ürkek geceleri.

* ‘Penceremin altında benimle konuşmak isteyen bir kedi var. Sen misin o?’ diye sormuştu.

*
belki kedinin biri bakışını sağa çevirmiş,


- Yazım-Basım Hatası-

* Sf/ 122
akşa-
müzeri
       
                      Okuduğum tarih: 2 Haziran 2013

ARKA KAPAK –

" Benim tek bir problemim vardı: Hasta insanları seviyordum ve deliliğine inandığım adam ve kadınlarla çıkıyordum yola, ancak ben hasta değildim; ben aslında son derece sağlıklı ve aklı başında bir adamdım. Ve bu aklı başındalık getirdi sonumu! O acı çektikçe, ben ona daha çok bağlandım; meğer sonunda en çok acıyı gene ben çekecekmişim… İnsanların seni sevmesine izin vermemeli, sonra hiçbir zaman yalnız kalmayacağını düşünüyorsun..."

Evinin yolunu unutmuş genç bir romancının gözünden ötekilerin mesken tuttuğu sokaklar, yarım kalmış, yıkık-dökük bir aşk hikâyesiyle buluşuyor; kaçınılmaz sonun ardından inanç arayışıyla çıkılan yolları; modern bireyin özgürlüğünün ancak bir düşten ibaret olabileceği ve insanın ölüm karşısındaki acziyetini, dünyayı anlamlandırmaya çalışan başka bir genç yazar, Aytuğ Akdoğanın ustalıkla işlediği bu kitabında okuyoruz…

6 Aralık 2012 Perşembe

Kasım Sonu Aralık Başı Kitaplarım:)))

Biten ama biriken kitaplarımla sizlerleyim:)
Bir tanesi hariç kitapların isimleri kedili ^-^ D&R'dan kitap seçerken bilhassa kedili kitaplar tercih etmiştim.


*** İçeriğinde beni çok rahatsız eden anlatımlar vardı. Bahsi geçen yıllarda kedileri kısırlaştırmak pek yaygın olmadığından ve yazarın o zamanki yaşadığı çevreden dolayı doğan yavruların kimi zaman hepsini, kimi zaman bir kısmını boğmaları veya gömmeleri gibi... Ya da babasının tüm kedileri bir odaya kapatıp silahla öldürmesi gibi...

KEDİLERE DAİR
Yazarı: Doris LESSING
Çeviren: İnci Ötügen

Yayın Hakları: Metis Yayınları
-  İlk Basım: Aralık 2004
-   İkinci Basım: Kasım 2007
Türü: Anlatı
-   143 sayfa
Kitabın Orijinal Adı: On Cats

Kitaptan Alıntılar;

        * … Boomslang denilen çok kötü bir tür. Bu yılan bir dala, bir veranda direğine, yerden yüksek bir şeye dolanma adetindeydi ve onu rahatsız edenin yüzüne tükürürdü. Çoğu zaman göz hizasında bir yerlerde durur, tükürdüğünü kör ederdi.

        * … kelebek patili kedi ^-^
         * Yaprak böceği? 
Netten araştırdım ve bulduğum belgesel görüntülerini izlemek isterseniz buraya lütfen:) 

Yazım-Basım Hataları

* Sf/ 80
… evin yakınından kovaladı (cümle sonunda nokta yok!)

* Sf/ 107
… deği-ştirip (alt satıra geçerken kelimeyi yanlış bölme!)

                                     Okuduğum tarih: 24 Kasım 2012

Yazar Hakkında Bilgi= Doris Lessing, (Doris May Taylor) (d. 22 Ekim 1919 - Kermanşahİran), Britanyalı yazar.
1919'da babasının bir bankanın yöneticiliğini yaptığı İran'da doğdu. Beş yaşında ailesiyle birlikte Rodezya (bugünkü adıyla Zimbabwe) sınırları içinde bulunan bir çiftliğe taşındı. Salisbury'de bir Katolik okulunda eğitim gördü. 14 yaşındayken ailesine isyan ederek okulu bıraktı ve sırasıyla hemşirelik, telefon operatörlüğü ve katibelik yaptı. 18 yaşında Rodezya parlamentosunda çalışmaya başladı ve ülkede ırkçılık-karşıtı bir sol partinin kurulmasında rol aldı. 1943'te sona eren ilk evliliğinin ardından Komünist Partisi'ne katıldı ve Alman siyasi eylemci Gottfried Lessing ile evlendi. 1949'da eşinden ve Rodezya'dan ayrılıp oğluyla birlikte Londra'ya geldi. O tarihten beri yaşamını profesyonel bir yazar olarak Londra'da sürdürüyor.
Lessing çok sayıda romanı ve kısa hikâyesinde, daha çok 20. yüzyılın toplumsal ve siyasi karmaşasına yakalanmış bireylerin yaşamlarını ele alıyor. Eserlerinin başlıca temalarının feminizm, cinsiyetler arası savaş ve bütünlük peşinde koşan bireyler olduğu söylenebilir. Lessing'in çoğunlukla Afrika'nın güneyinde ya da İngiltere'de geçen eserlerindeki solcu, bağımsızlığına son derece düşkün ve feminist kadın kahramanlar, tıpkı yazarları gibi, içinde yaşadıkları toplumların kültürel kısıtlamalarına karşı başkaldırıyor. En çok okunan ve en çok çevrilmiş romanı Altın Defter (1962), kadın hareketinin köşetaşlarından biri olarak görülüyor.
Türkçeye çevrilmiş eserleri arasında şunlar sayılabilir: 8. gezegen / argostaki kanopus arşivleri iv -çivi yazıları, altın defter 1/2-mitos yayınları, evlilikler -argostaki kanopus arşivleri- çivi yazıları, içinde yaşamayı seçtiğimiz hapishaneler- çitlembik yayınları, sirius deneyleri- çivi yazıları, tenimin altında (1919 - 1949)- dünya aktüel, cehenneme iniş için açıklama- öteki yayınları, evlenmeyen adamın hikâyesi- iletişim yayınları, gene aşk- can yayınları, mara ile dann- can yayınları, şikasta -argostaki kanopus arşivleri- çivi yazıları, türkü söylüyor otlar- can yayınları, terörist- afa yayınları, kedilere dair- metis yayınları
siyah madonna- ayrıntı yayınları, Beşinci Çocuk- afa yayınları,
11 Ekim 2007 günü Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanmıştır. Bu ödüle layık görülen en yaşlı kişidir.

ARKA KAPAK –
       Kedilere yakın yaşayan herkesin bildiği gibi onlar hakkında genelleme yapılamaz. Her biri apayrı karaktere sahip yaratıklardır kediler, basbayağı "birey"dirler. Has bir yazar olan Lessing de bunun gayet farkında olduğu için kedi ırkına bir güzelleme yazmak yerine, hayatına girmiş kedilerin hikayelerini, hiçbir süslemeye başvurmadan anlatmayı tercih ediyor. Ama bazı kedilerin güzelliğiyle büyülenmekten de kendini alamıyor: 
"Bej renkli, ... ön ayakların bitiminde gümüşe çalan patiler. Kenarları beyazla çerçevelenmiş olduğu için simli gibi duran kulaklar dikilip, öne arkaya oynardı; dinleyerek, algılayarak. ...Kuyruğu, ucu sanki diğer organlarının alamadığı mesajları alıyormuş gibi, bir başka boyutta oynardı. Hava kadar hafif, pür dikkat oturur, tüyleriyle, bıyıklarıyla, kulaklarıyla, bütün varlığıyla, bakar, işitir, hisseder, koklar, içine çekerdi. Eğer balık sudaki hareketin somutlaşmış, şekillenmiş haliyse, endamına bakılırsa kedi de hissedilmeyen havanın çizgiye dökülmüş ve biçimlenmiş hali.
Ah kedi; derdim, daha doğrusu tapardım: Güzeeeel kedi! Nefis kedi! Zarif kedi! İpek kedi! Tüylü baykuş gibi yumuşacık kedi, kelebek patili kedi, süslü kedi, inanılmaz kedi! Kedi, kedi, kedi, kedi."


*** Çok keyif alarak okudum. Kapak tasarımına da bayıldım ^-^

BERDUŞ KEDİLER KIRNAVALI
bir imge sarmalı
Yazarı: Atilla POLAT
Yayın Hakları: Gürer Yayınları
-  1. Baskı: Şubat 2010
-   128 sayfa

Kitaptan Alıntılar;

        * Mama miavvvvJ
        
        * Metnin bu satırında nerden bulalım nikah memurunu?

         * Karbon, yazarın kayınvalidesine beğendiremediği için taşınmaktan vazgeçtiği ‘Saray’ başlıklı öykü taslağına götürdü haramileri. Mutfağı İtalyanca, banyosu Osmanlıca, beyaz eşyaları Almanca, dijital malzemeleri Japonca, ahşap aksamı Fransızca ve halıları Farsça yazılmıştı buranın.
        
        * Senin makyaj yapman da kurgudur. Kendine başka değerler katıyorsun, bu da seni çekici kılıyor.

         * Edebiyatçıların bütün düşleri bilincin estetik süzgecine doğru akar, orada filtrelenirken imgeleme işleminden geçirilip yeniden kurgulanır.
        
        * Dillendirilmemiş sözcüklerime vefa borcumu ödercesine beş sayfa mektup yazdığımda, gönül ritmi grafiğimi çekmiştim.

         * Yüklem, öznenin alınyazısı mıdır? Büyük harfle başlamamış bir anınız oldu mu hiç? Ölen kelimeler imge alemine mi gider? Hayatını devrik cümlelerde geçirmiş öznelerin tövbesi kabul olur mu? Kimi metinlerde bazı sözcüklerin farklı yazı karakterleriyle ve koyu harflerle yazılması, kelimeler arasında ırkçılık ve milliyetçilik akımlarını doğurur mu?
        
        * (hapishanede) Ziyaretine gelen müritlerine, demir parmaklıkları gösterip,
         - Bu çubukları tırnak imi gibi düşünün, diye teselli veriyordu. Şu anda hayatım tırnak içinde yazılıyor.

* Cezaevine gönderildikten sonra İnsan Hakları Derneği’ne el altından yolladığı mektuplarda, gözaltı sorgularında daktilo kullanılması nedeniyle kafasına tuşlarla vurulan kelimelerin beyin travması riski altında bulunduğunu, bazen birkaç tuşun aynı anda sözcüğün üzerine üşüştüğünü ve anlam yitimine sebep olduklarını, bu durumun gizlenmesi için o sözcüklerin daksillenerek ortadan yok edildiğini, bildiriyordu. Ayrıca cezaevi tutanaklarında karbon kağıdı kullanılması sonucu tek tip metinler yaratılmaya çalışıldığından da şikayetçiydi.
        
        * Ani yapılan bir denetleme esnasında hüngür hüngür ağlayarak elinden düşürmediği yazım kılavuzunu müfettişlere gösterdi; tırnak içindeki kelimelerin de dışarıdakiler gibi sözlük hakları olması gerektiğini belirtti; cezaevi koşullarında özne yerine konmadığı için kendi imlasını yeterince yaşayamamaktan şikayetçi oldu.

* Bir an önce evlenmek için söz, nişan, düğün telaşı paragraflarını atlayıp hemen nikah sorularını yazmak istiyordum.
Müstakbel kayınvalidem:
-         Dur, dedi. Masallardaki gibi bir düğün isterim kızıma. Ayrıca başlığı da konuşmadık.
-         Ne başlığı, dedim. Kaldı mı bu devirde böyle adet?
-         Öykü başlığı canım. Kızımla bu öyküde oturmayı düşünmüyorsundur umarım.
-         Merak etme, evlenince Saray başlıklı öykümüz olacak.
        
        * Buraya kadar gelmişken atı ziyaret etmek istediğimi söyledim, onun için özel yapılmış tavlaya gittim. Beni görünce pis pis kişnemeye başladı,
         - Hangi motorlu taşıt attı seni buraya, diye sordu.
         Konuşmayı öğrenmiş olmasına sevindim. Bunu nasıl başardığını sordum. Gen testi için kendisinden kan alındığını, tahliller karışınca Fabl Atı pasaportu verildiğini, söyledi.

         * Senin öyküdeki rolün bitti, artık hakkında tek satır yazmak istemiyorum, hele hukuk diliyle bir şikayet dilekçesini öyküye dahil edip metni ağırlaştırmaya hiç niyetim yok, defol git, dedim.
         Adam sayfayı terk ederken, Uluslar arası Öykü Adalet Divanı’na başvuracağını, söyledi.
        
        * Herkesin cümle sayısı önceden belirlendiği için ne bir eksik, ne bir fazla, tam zamanında noktamız konulacaktır.

         * Nusret Hoca, aceleyle, paragrafı redaksiyon cihazına bağladı. Bütün matbaa personeli alarma geçirildi. Saatlerce açık tümce ameliyatı yapıldı. Radyolardan ‘Yoğun yazımdaki bir hasta için çok acele cümle akışına ihtiyaç vardır.’ Anonsları duyuldu. Ergani’deki akrabalar özel uçakla İstanbul’a getirtildi, dokuları uyuşanlardan ek ve bağlaç nakli yapıldı. Haber bültenleri Abdo’nun yoğun yazımda olduğunu duyurunca, edebiyatseverler matbaanın önünde toplanıp iç seslerini yazara duyurmaya çalıştılar. Deyimler ve atasözlerinden damıtılan hikmet tentürleriyle vücudunu ovdular, veciz sözlerin yan anlamlarını enjekte ettiler Abdo’ya. Fakat hiçbir çaba, redaksiyon cihazının ekranında kaymakta olan noktayı, virgüle çeviremedi.
        
        * İstanbul’a döndüğümde, eşim Hülya antrede kulağıma Antikacı Salih’in sayfalardır evine uğramadığını, Süslü Pakize’nin çok üzgün olduğunu ve içeride beni beklediğini söyledi.
         - Eyvah, dedim. Ben onu ortaokul arkadaşlarıyla birlikte hastanede unuttum!
         -Aşk olsun, dedi Hülya. İnsan bu yaştaki eşleri birbirinden ayırır mı? Pakize Hanıma neden diyalog vermedin? Kaç gündür yalnızlıktan kendini yedi bitirdi.

                                                     Okuduğum tarih: 28 Kasım 2012

Yazar Hakkında Bilgi= Veterimler Hekimi – Atilla Polat - Bediiatri Uzmanı – 1 Nisan dünyada ‘Mizah ve Şaka Günü’, Türkiye’de ayrıca ‘Nasreddin Hoca’yı Anma Günü’ olarak kutlanır. Nisanın son cumartesi günü ise ‘Dünya Veteriner Hekimleri Günü’dür
         Atilla Polat bu ayın ortasını bir gün geçe, 1967 tarihinde, Elazığın Karakoçan ilçesinde doğdu. Veteriner Hekimliği eğitimi aldı.
Üniversite yıllarında edebiyatla girdiği yasak ilişki iki-üç öyküsü oldu. Öykülerini kağıtlara sarıp sarmaladı, dergi avlularına bıraktı; sahiplenen çıkmayınca hiçbiri yaşamadı.
Bu travmadan kurtulmak için ‘Erken Öykü Ölümleri’ ve ‘Prematüre Öyküler’ konusunda başlattığı bilimsel çalışmalar sonucunda dünyada ilk kez ‘Mürekkep Uyuşmazlığı’nı teşhis etti, sorunun giderilmesine yönelik geliştirdiği özel antikor imgesiyle veteriner hekimliğinin temellerini attı. Ütopya Veteriner Kliniği’ni kurdu, hayal kahramanlarının sağlık ve estetik sorunlarıyla ilgilendi.
Kişisel web sitesinde (www.atillapolat.com) mizah edebiyatıyla evcilik oynarken Nursel Duruel’e yakalandı. Durel, ‘Bu işi mürekkep temizler’ deyince, baskılara dayanamadı; sade bir törenle mizah edebiyatı ile yayınevine girdi.
‘Berduş Kediler Kırnavalı’ Atilla Polat’ın ilk kitabıdır.


ARKA KAPAK –

- Esas adım Karbon, ama kimyadan ziyade fiziğe ilgi duyduğumdan arkadaşlarım bana Schrödinger’in kedisi derler.
- Demek kuantum kedisisiniz. Ben de Viyola...
- Viyola güzel isim, tıpkı sahibi gibi.
- Karbon daha güzel, büyük ünlü uyumu var.
Karbon, başka uyumların peşindeydi. Viyola’nın gerdanına küçük bir dil attı, bugünü “Dünya Kedi Sevgililer Günü” ilan edelim, dedi.
Müzisyen kedi Viyola’dan Schrödinger’in kedisi Karbon’a, edebiyat öğretmeni Nusret’ten kızı Pelin’e, Antikacı Salih’ten karısı Süslü Pakize’ye, Abdo Efendi’den yeğeni Zülküf’e, Kahveci Düzgün’den gecenin karanlığında çıkıp gelen Çöpçü Kadın’a bir imgeler alfabesi Berduş Kediler Kırnavalı.   
 Antikacı Salih’in Hitit kralı Şuppiluliuma hakkında var olan mitolojik bir öyküden esinlenerek yarattığı kurgusunun peşinden, İstanbul’dan Elazığ’a ve Diyarbakır’a giden anlatıcının masal mı gerçek mi olduğu anlaşılamayan yolculuğuna tanık olacaksınız.
“Atilla Polat, ilk kitabı Berduş Kediler Kırnavalı’nda olaylara, olgulara kedi çevikliği ve zarafetiyle tırmık atıyor; günlük hayattan felsefeye, edebiyattan tarihe, akla gelebilecek çeşitli alanları imge sarmallarından geçirerek kurcalıyor.” Nursel Duruel.


*** Sanırım yazarın kalemini tanımak için yanlış bir tercih oldu bu kitap. Bazı bölümlerinde midemi bulandırdı diyebilirim. Ama kitabın ismi için şimdi olsa yine alırım ^-^

BİR KARA KEDİ İÇİN BLUES
Yazarı: Boris Vian
Çeviren: Anıl Karol
Yayın Hakları: Marjinal Kitap
-  1. Baskı: Nisan 2012
-   110sayfa

Kitaptan Alıntılar;

        * Yol büyük bir hızla kendini tekerleklerin etrafına sardı.

        Yazım-Basım Hataları-

* Sf/46
Düz borudan çıkardığım payı hatırladım be tek kelime etmedim.

* Sf/85
Peter Gna bardağındaa bir kanca buldu ve ...

* Sf/99
Karanlığa dalı, tökezledi ve duvara çarptı.

                                         Okuduğum tarih:29 Kasım 2012

Yazar Hakkında Bilgi= ( d.10 Mart 1920 - ö.23 Haziran 1959) Fransız yazarşairmüzisyenşarkıcıgazetecisenaristoyuncueleştirmençevirmen ve maden mühendisi. Vernon Sullivan takma adıyla da yazdı. Daha çok yazdığı roman ve tiyatro oyunları ile tanınır.
10 Mart 1920’de Paris yakınlarındaki Ville d’Avray’da doğdu. Beş yaşında okuma yazma öğrendi. Hayatı boyunca yaşadığı kalp rahatsızlıkları ilk olarak on iki yaşında başlamıştır. Yine bu yaşlarda tifoya yakalandı.
İlk romanında Fransız bürokrasisini eleştirdi. 17 yaşında trompetle tanıştı. Versailles Lisesi'nde felsefe ve matematik dallarında çok başarılıdır. 1940’ta tanıştığı Michélle Leglise ile bir yıl sonra evlendi. 1942 yılında Maden Mühendisliği dalında üniversite diploması aldı; "Office Professionel des Industries et des Commerces du Papier et du Carton" adlı firmada çalışmaya başladı. 1947'de görevine son verilinceye kadar iki kitap yazmış, daha sonra da çevirilerle geçinmiştir. 1946 yılında en tanınmış üç romanını olan Günlerin Köpüğü (L'Écume des jours), Mezarlarınıza Tüküreceğim (J'irai cracher sur vos tombes) ve Pekin'de Sonbahar'ı (L'Automne à Pékin) yazdığında, henüz 26 yaşındaydı. Alfred Jarry'nin geliştirdiği patafizik felsefeye bağlı bir tarzda yazdı.
Mezarlarınıza Tüküreceğim adlı kitabını "Vernon Sullivan" takma adıyla yazdı. Roman, Afrika kökenli ABD vatandaşı Anderson'ın erkek kardeşinin linç edilerek öldürülmesiyle başlar. Roman kahramanı Anderson, intikamını beyaz kızlara tecavüz ederek alır ve yakalanıp asılır. Kitap yasaklanmadan önce 100.000 adet satmış, Vian ise 100.000 frank para cezasına çarptırılmıştır. Yürek Söken (L'Arrache-cœur) adlı roman en son romanıdır. Bu kitabından sonra Vian müzikle daha çok ilgilenmeye başladı. Kardeşleri Alain Vian ve Léilo Vian ile birlikte Fransız caz topluluğu Claude Abadie'ye girdi. Claude Luter ile birlikte çalıştı. Jazz Hot, Jazz News gibi dergilerde modern cazın Fransa'da kabul görmesi konusunda yazılar yazmıştır. Sadece cazla değil, Bertolt Brecht'in şiirlerinden uyarlamalar ve rock ile de ilgilenmiştir. Evliliği 1952'de sona erdi; 2 yıl sonra İsviçreli dansçı Ursula Kübler'le evlenmiştir.
1954'te Cezayir Savaşı'nı ve bir barışseveri konu edinen Asker Kaçağı (Le Déserteur) adlı şarkısı büyük yankı uyandırdı. Binlerce satışa rağmen Fransız vatanseverlerinin öfkesi üzerine şarkı yasaklanmıştır. Tiyatro oyunlarında avangart tarzla absürt tarzı harmandı. Herkes Av (L'Équarissage pour tous) olarak bilinen oyununda Normandiya Çıkarması sırasında bir ailenin yaşadığı gülünçevlilik sorunlarını anlatır. İmparatorluk Kuranlar ya da Schmurz (Les Bâtisseurs d'Empire ou le Schmurz) adlı oyununda ise kapitalist bir ailenin, yeni bir apartman dairesine taşınması ve burayı istila etmesi konu edilir. Bu oyun, 1962'de İngiltere'de, 1968'de New York'ta, Vian'ın ölümünden yedi yıl sonra da Fransa'da sahnelenmiştir. Gerçekçiliğe şiddetle karşı çıkan Vian, varoluşçuluğu(egzistanyalizm) benimsedi.
Filmlerde küçük rollerde oynayan ve senaryo yazan Vian, 23 Haziran 1959 günü Mezarlarınıza Tüküreceğim adlı romanından uyarlanan filmin galasında, Cinéma Marbeuf’te kalp krizi geçirdi ve kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Ölümü uzun süredir mağruz kaldığı kalp atışı düzensizliğine bağlanmıştır.

Bazı sözleri 

" Sadece iki şey vardır; güzel kızlarla aşk, her şekilde aşk; bir de New Orleans veya Duke Ellington'ın müziği. Geri kalan her şey gitmeli, çünkü geri kalan her şey çirkindir... " - Boris Vian
" Eğer bir kadını elde etmek, bir kadeh cini ya da bir paket Gauloise sigarasını elde etmek kadar kolay olsaydı ve onun, alkol ve sigara gibi, kirli ve mide bulandırıcı bir odaya tıkılmaya zorlanmaksızın açık havada tadına bakma özgürlüğümüz; alkolizm ve nikotin zehirlenmesi çarçabuk ortadan kalkar ya da en azından makul ölçülere inerdi... " - Boris Vian
" Bu saatten sonra sende fırtına kopsa bende yaprak oynamaz. " - " Boris Vian"

Eserleri 

Edebiyat 

Boris Vian Adıyla: Günlerin Köpüğü (1946, Roman), Mezarlarınıza Tüküreceğim (1946, Roman), Pekin'de Sonbahar (1946, Roman), Karıncalar (1946,Öykü), Buzlaşmış Ezgiler, Gebermek İstemiyorum (1946, Şiir), Kurt Adam (1946, Öykü), Yürek Söken (1954, Roman)


ARKA KAPAK –
 Boris Vian tarafından bizzat derlenmiş bu on öyküde Vian; duygu, arzu, hayal gücü, sevgi ve saygısızlığı bir araya getirir.


*** Pek ısınamadan okudum ve bitti...

NE KİTAPSIZ NE KEDİSİZ
Yazarı: Bilge KARASU
Yayın Hakları: Metis Yayınları
-  İlk Basım: Mayıs 1994
- Yedinci Basım: Mayıs 2010
-   94 sayfa

Kitaptan Alıntılar;

        * 24 Temmuz 1987 günü Milliyet gazetesini görenler ne düşündüler, ne yaptılar, ne yapacaklar?
(Bursa’da ‘sokak’ kedileriyle köpeklerinin ‘ortadan kaldırıldığı’ haber veriliyordu.)
         Bursa’da 1747 köpek ile kedinin (ister uyuşturulmuş ister uyuşturulmamış olsun) fırına atılarak yakılması, gazetenin dediği gibi, ‘vahşet’tir. Bunu, halkın sağlığını korumak gerekçesiyle, ‘içleri sızlayarak’ yapmış (yaptırmış) olanların düşünce düzeyi konusunda aydınlanıyoruz ama bu aydınlanışımız, iyi niyetlerle işlenebilecek kıyımlar konusunda da bizi uyarmazsa, bize yazık olur. ‘Birçok kişi’nin bu çalışmaları desteklemiş olması –aferin onlara!- işlenen suçu hafifletmez, yaygınlaştırır.
Kuduz korkunç bir hastalık. İnsanlar için de, kediler köpekler için de. Hastalığın en göze çarpan, en görünür ileticisi olmak, hoşlarına gittiğinden değildir bu hayvanların. Kuduz bir insanda baş gösterince yapılan, o insanın ölümünü beklemektir. Kudurmuş olduğu anlaşılan hayvan öldürülür. Hayvana iyilik edildiği bile söylenilebilir bu durumda. Ama hayvanların rasgele öldürülmesi, bir ‘vicdan’ hatta bir ‘sevgisizlik, sevgi yokluğu’ sorunu olmadan önce, bir ‘canlılar dengesi’ sorunudur. Bu da, en çok insanı ilgilendirir.
‘Vicdan’ sorunu ancak can denen şeye saygı duyulmasıyla ortaya çıkabilir. (Elbette kendi canımızdan değil, başkalarının canından söz ediyoruz burada.) Sevgi ise, ısmarlama olmaz, yaşayarak öğretilecek / öğrenilecek bir şeydir sevgi.
‘Gerekli’ görülmüş bir can alma işini elden geldiğince acı vermeden yapmanın yolu aranmış mı ki? Gömme sorun yaratıyorsa (öyle ya, 1747 hayvan için kazdırılacak çukurlar büyük olacaktır, zahmete girilecektir) hayvanların ölmesinden sonra onları yakma yoluna gidilebilir. Öldürten kişi, ‘insani açıdan bakarsak karşıyım’ dediği ‘olaya’ hayvani açıdan bakmayı denemeyeceğine göre, ‘içinin de sızladığını’ söylediğine göre, hele, kendini, kendi duygularını aşan ödevi yetirmekte olduğunu da belirttiğine göre, yapılacak, söylenecek bir
şey kalmamakta mıdır artık?
         Bir ‘insanlık’ belirtisi, olsa olsa ‘yakıyorum ama önce uyuşturuyorum’ denmiş olmasında görülebilir. (‘İstesek onu da yapmayız ya… İnsanız ne de olsa…’) Gelgelelim, uyuşturmak, diri diri yakılan bir memeliyi (amaç buysa) acı çekmekten ne kadar korur? Pek iyi bildiğimiz bir şey olmasa gerek… ‘Acı çığlıklar’ (haberi veren gazetecinin kullandığı deyim) işitildiğine göre ‘uyuşturma’ denen iş, yararını, ancak fırının dışındakilere sağlıyor besbelli
Neresinden bakılırsa ürkütücü, tiksinç bir iş bu.

                                  Okuduğum tarih: 30 Kasım 2012

Yazar Hakkında Bilgi= Bilge Karasu (1930İstanbul - 13 Temmuz1995), Türk yazardır.
Öykücü, romancı ve denemeci Bilge Karasu 1930'da İstanbul'da dünyaya geldi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nde öğrenim gördü. Ankara radyosu dış yayınlar servisinde çalıştı. 1963 yılında, Rockfeller bursuyla gittiği Avrupa'dan dönerek çevirmenliğe başladı. Ölümüne kadar Hacettepe Üniversitesi' nde uzman olarak çalıştı. 14 Temmuz 1995'de pankreas kanser tedavisi sürerken Hacettepe Üniversitesi Hastanesi'nde öldü.
Bilge Karasu, bireyin sorunlarına ağırlık veren, onun günlük hayatındaki açmazlarını işleyen bir yazardır. Her insanın hayatında en az birkaç kere kafasından geçirdiği ya da yaşadığı (sevgi, dostluk, yalnızlık, tutku, inanç/inançsızlık, korku ve ölüm gibi) kavramları imgesel bir dille anlatır. Yazar günlük hayattan bahsettiği için, okuyucu hikâyedeki kahramanda ya da kişilerde kendinden parçalar bulur. Böylece kullanılan imgeleri de rahatlıkla bilinçaltında kendi yaşamına göre şekillendirip yorumlar, hikâyeyle okur arasında bir bağ oluşur. Çünkü Karasu, insanla/insanüstüyü, olağanla/olağanüstüyü yapaylığa düşmeden, metnin doğal akışı/hayatın da kurgusal akışı içinde verir[1] Okurun hayal gücünü bir noktaya kadar özgür bırakır. Karasu kelimelerini özenle seçer. Dili işlenmiş, üzerinde çok çalışılmış, oynanmış bir dildir. Kullandığı arı Türkçe başka yazarlarda yapay ve zorlama dururken, onun metinlerinde hoş bir tat bırakır. Çünkü ritm düşünülerek, ses düşünülerek, görsellik düşünülerek kurulmuş, kurgulanmış, kusursuz olması istenmiş bir dille yazılmıştır.
Türkçe edebiyatın en özgün kalemlerinden biri olan Karasu "Gece" adlı kitabıyla Amerika'da verilen "Pegasus Ödülü"nü kazanan tek Türk yazardır; bu ödülle birlikte kitapları İngilizceye çevrilmiş ve ABD'nin çeşitli üniversitelerinde romanı Türk edebiyatı üzerine konferanslar vermiştir. Aynı zamanda felsefeci yanı olan Karasu, metinlerinde felsefi sorunları işlemiş, ya da onun metinleri felsefi incelemenin konusu olarak görülmüştür.Postmodern romanın Türkiye'deki önemli isimleri arasında değerlendirilmektedir.

ARKA KAPAK –

"Ona bakıyorum. Susuyor. Önüne bakıyor. Çocukluğundan beri bu oyunu oynar: Gözetlenme oyununu.
Önceleri belki bir suçluluk duygusuydu bu: Kendisine dikilen göz Tanrının, anasının, büyüklerden birinin, sevmediği birinin gözü olur, kınardı o anda yaptığını. Adı konmadan yaşanırdı bu suçluluk. Şimdi ise gerçekten bir oyun: kimi dakikayı, 'bakan, gören varmış gibi yaşamak'... Karasu kendi kendinden birşeyler anlatır, gözetlenme oyunu da o sıra oynanır. Bakan göz o anlatılanı dinlemektedir. Nasıl gözse!..
İşte bundan ötürü bakıyorum ona, baktığımı biliyor, susuyor, önüne bakıyor. Ne düşündüğünü bildiğimi biliyor."


*** Melisa Gürpınar'ın 'Salkımsöğütlerin Gölgesinde' kitabıyla başlayan okuma keyfim 'Ada Şiirleri' ile aynı güzellikte devam etti.

ADA ŞİİRLERİ
Yazarı: Melisa GÜRPINAR
Yayın Hakları: Can Yayınları
-  1.Basım: 2003
-   115 sayfa

Kitaptan Alıntılar;

       * Kırık bir testiye benzer
hayatım,
bin yerinden yapıştırmazsam eğer
sözcüklerle,
boşa akar acılarım
uçsuz bucaksız maviliklere.

Ey okur,
ne olur aramızda kalsın
anlattıklarım,
Ve dostumsan benim,
kitabımın kapısını
içerden çal ki
anlaşılmasın kağıttan bir kayıkla
her gün biraz daha
karalardan uzaklaştığım.

        * Dalgaların her mevsim götürüp getirdiği
kumdan bir kolye de olmalı
çıplak boynunda.

Arasam da bulamıyorum
şeytanminarelerinin
arasına karışmış günleri,
gün eskilerini daha doğrusu.
Bir ayak izi bile yok kumsalda.
Hiçbir şey dönmüyor ki geriye
dönsün geçmişin esintileri.
Vapuru kovalayan
martıların gölgesi gibi,
durgun suları incitmeden
süzülüp gitmişler ötelere belli ki.

Benimle
benim arama
bir deniz gibi yerleşen
yalnızlığa
şiir ile her dokunduğumda
sözcükler yakamozlanıyorsa,
orada bir aşk
vardır mutlaka.

Anımsar mısın acaba
tek bir soluk gibi
nasıl da yansımıştı
gölgemiz,
aynı aynanın buğusuna.
Ve sonra nasıl dökülmüştü
yüzümüzdeki sır,
büyü bozulmuş,
yalan ülkesinin
baykuş gözlü perisi
ötüp durmuştu
sabaha kadar çatıda.

         Aşk uzaklarda
ıssız bir adada
uyuyordur belki
gecenin lacivert kollarında

Eğer zamanımız olsaydı
sevgilim,
çölleşen yüreğimize
bir sıcak yel estirirdik
sarısabır çiçeklerinin ikliminden
ve yarın için
bir umut çakardı
bulutlu gözlerimizde
hiç gecikmeden gene.

Ben hiçbir zaman
iki odalı bir evin
kapısından içeri
iğne oyalı düşlerimle
giremedim,
hiçbir yaz öğlesinde
dallarını bana doğru eğen
bir gülibrişim ağacıyla
göz göze gelemedim dersem,
inan bana sevgilim.
Hiç olmadı,
çocukça bir neşeyle
rüzgarda uçuşan
dantelden perdelerim.

Kış uykusundan yeni uyanmış
bir sürüngen kadar
saldırgandı çünkü
hayat.
Öyle soğuktu ki bakışları,
anlatsam ürperirsin.
Kayalara benzerdi
sivri dişleri
ve kahırlar saçarak
kovalardı beni
soluk soluğa her mevsim.

Harflerden çiçekler
ekeyim de
avunsun ruhum diye
yalancı bahçelerle.
Bir yaz göğü kadar
boş ve beyaz kağıtlar…

Şarkıların içine sakladığı
hayatından,
tarihin yasıydı
ona kalan.

 Leyleklerin gidişini
ve dönüşünü izlerdi kadınlar,
payını istercesine
gökteki özgürlükten.
  
Ansızın kopup gider içinizden
başına buyruk bir yelkenli,
dünyanın
adı bilinmedik denizlerine.

Bir şairle birlikte
geceyi geçirmiş
sözcükler kadar sarhoş
… …

İki notalık bir şarkı tutturmuş
kürekten damlayan su,
sesindeki sitemi
kimseler anlamaz
karabataklardan başka.

Ruhu uçmuş okyanusların
uğultusunu
bir denizkabuğu duyar
duysa duysa,
sedefsi yalnızlığıyla.

Kayan bir yıldız bile
takılıp kalabilir
tozlu topraklı saçlarına
günün birinde.

Yazım-Basım Hatası-
 Sf/57
Kalemın kağıda ürkerek…

                                       Okuduğum tarih: 30 Kasım 2012


*** Erin Hunter'in daha önce 'Savaşçı Kediler' kitabını okumuş ve çok sevmiştim. Burada da paylaşmıştım. Bu kitap ise bir çizgi roman. Eğlenceli ^-^


SAVAŞÇILAR
KAYIP SAVAŞÇI
Yazarı: Erin HUNTER
Yayın Hakları: Desen
Türü: Çizgi Roman
-  Birinci Basım: Nisan 2009 (3000 adet)
-   94 sayfa

ARKA KAPAK –

İkibacaklılar, savaşçı kabilelerin yuvasını yerle bir ettikten sonra Grikamçı – Şimşekboyu'nun ikinci komutanı – dostlarının kaçmasına yardımcı olmaya çalışırken yakalanır! Bir ev kedisinin şımarık yaşamına sıkışıp kalan Grikamçı, şefkatli İkibacaklı ailesinden ihtiyacı olan herşeyi alabilir, ama istediği yaşam bu değildir. Orman onu çağırmaktadır. Cesur bir ev kedisi olan Millie, kayıp dostlarını bulabilmesi için ona cesaret verir. Peki Grikamçı, kabilesine giden yolu bulabilecek midir?

                                    Okuduğum tarih: 03 Aralık 2012


*** Geçen sene Okan'ın programında duyduğumdan beri okumak istiyordum. Pişman da olmadım:)

AĞLADI ve GÖZYAŞLARINI ÖPTÜM
Yazarı: Aytuğ AKDOĞAN
Yayın Hakları: İkinci Adam Yayınları
-  Nisan 2012, 6. baskı
-   141 sayfa

Kitaptan Alıntılar;

        * Müzikle yaşıyorum, yazıyla öleceğim. Yüzüm, yalnızlığım benim. Hiç doğmamış gibi yerli, hiç ölmeyecekmiş gibi yabancısıyım buraların.
        
        * yabani yalnızlığım…
       
* Eylem peşindeyim ben, devrimse devrim, intiharsa ölüm.
        
* Sana kulağımı kesip yollamak istiyorum bazen.
Duy beni diye, artık.
        
        * Sahibi olduğum gürültülü bir sessizliğim var. Sık sık konuşarak sözcükleri harcamak istemiyorum.

* …, ben yanınızda ölür, gece kağıt ve kalem başında yaşarım. İnsanları severim ama yakınımda olmadıklarında.
        
        * Sigarayı bile bırakacağıma söz verdiğim gibi. Sana başlayacağım.
   
        * Olsun varsın restoranlarda tek kişilik masalar olmayıversin, sen buna inat on kişilik bir masada yapayalnız otur.

* Ölüm yaşayanlar için vardır, ona sadece bu dünya üzerinde yaşayan insanlar ölüm derler; oysa ölüler için yeni bir yaşamdır orası. Yani ölüler için bugün yaşadığımız dünya bir ölümdür.
        
        * ‘Hayatın en hüzünlü anı, mevsimine kapıldığın kişinin bahçesinde açabilecek bir çiçek olmadığını anladığın andır; bırak gitsin, bırak, git…’ Vladimir Mayakovski

* Özgür olabilmek için her şeyden vazgeçtin. Şimdi bir adım daha at; özgürlüğünden vazgeç; o zaman her şeyi yeniden kazandığını göreceksin.
        
        * Kendine katlanamayan en çok sosyalleşir. Halbuki insan sadece kendini anlayabilir; bu yüzden en çok kendini sever. Katiller, yazarlar, bilgeler hepsi yalnızdır.

* Hayatının geri kalanını sağır ve dilsiz taklidi yaparak geçirmek isteyen ‘Holden Caulfield’.
        
        * Karanlıkta güzelim ben, geceleri aydınlanırım.
  
^-^ KEDİLER ^-^

* İnsanları hatta kedileri bile bu denli sevemeyişimi…

* … bittiğinde de kedinin bokunu gömmesi gibi elimizdeki sigaraları katlayıp atar,…

* Bir kedi yatıyordu ılık güneşin altında ve seslendim ona ama bana gelmesine izin vermeden ben gittim yanına. Kedi suratlı çok insan görmüştüm ama insan suretiyle dolanan bir kediye ilk defa denk geliyordum. Biraz sevip sevildik beraber ve geri yukarı çıktım.  
                  Okuduğum tarih: 02 Aralık 2012