Kadıköy'ün hayatımda gerçekten çok özel bir yeri var. En hoş, mutluluk veren, değerli anılarımın çoğunda Kadıköy başrolde.
Misal; çocukken hafta sonları ailece Süreyya Sineması'na film izlemeye giderken duyduğum heyecan ve hemen Süreyya Sineması'nın yan karşısına denk gelen Itır Dönerci'de yediğim sandviç döner ve içtiğim limonatanın tadı hala canlı ve mutluluk verici.
Ya da yine çocukluğumda beni çok etkileyen siyahi bebek. Bahariye Caddesi'ne çıkarken hemen solda kalan Ankara Pastanesi'nin vitrininde duran kırmızı kıyafetli o bebeğe hayrandım. Her önünden geçişimizde durur ve onu seyre dalardım. Onca sene geçti aradan hala o bebek orada:) Ve ben geçen haftalardaki İstanbul ziyaretimizde yine gidip yine bebeğe baktım ve hatta fotoğrafım bile var:)
Ben çocukken şimdiki gibi AVM'ler yoktu her tarafta. O yüzden Bahariye'deki Opera Pasajı'nın içindeki yürüyen merdiven benim için eğlence kaynağıydı:)
gibi... gibi... gibi... bir sürü anım var...
Gençlik yıllarımda Kadıköy ve tabii Bahariye ve tabii Moda hep var:)
Lise sonu üniversiteye girene dek Bahariye Pizza Hut'ta ilk iş deneyimim. Güzel arkadaşlıklar, keyifli çalışma zamanları, harçlığımı çıkarmanın dayanılmaz tadı...
Boğa'dan yol tarif etme çabaları:)
Hele Kadıköy'ün meşhur Salı Pazarı zamanları...
Mahmud Baba ise her oradan geçişimizde durup duamızı gönderdiğimiz Mahmud Baba
Eskiden iskele tarafında kuşçular vardı. Sahil kısmında hasır taburelerde çay içilirdi...
Moda hep Moda:)
Gazi Muhtar Paşa Mahallesi çocukluğumun tanığı.
Acıbadem gençlik yıllarımda oturduğum...
Neyse bu böyle çook uzar gider. Belki Nostalji serisinde kendi anılarımı yazarım blog için:)
Uzun girizgahtan sonra diyeceğim -kısacık-şu ki kitabın adı bile yeter benim için:)
Kadıköy ve civar semtlerin dünü ve bugünü anlatılmış. Kadıköy'ün ruhunu, yaşamını, gelişimini, değişimini ve kimi durumlarda gerilemesini okudum büyük bir heyecanla.
İsteğim, Kadıköy hakkında yazılmış birkaç kitap daha okumak. Hatta daha birkaç gün önce Eganba siparişime bu kitaptan not ettiğim bir kitabı ekledim: Eser Tutel'in İstanbul'u Yel Üfürdü... Su Götürdü...
Çok iyi hazırlanmış bir kitap olduğunu düşünüyorum. Çok keyif alarak okudum ve bolca not tuttum. Ancak çok az bir kısmını paylaşacağım ki yoksa bu paylaşımın sonu gelmez. Alıp okumanız daha iyi, çünkü fazlasıyla enteresan bilgiler mevcut.
Okuma halleri fotoğraflarıma bakmak isterseniz:
Okuma Halleri, Fotoğraflarla - Kadıköy'ün Kitabı / Tamer Kütükçü
KADIKÖY'ÜN KİTABI
GEÇMİŞ ZAMANLARIN,
MEKANLARIN VE HATIRLAMALARIN RAFINDA
Yazarı: Tamer
KÜTÜKÇÜ
Türü: Araştırma-Tarih
Yayın
Hakları: Ötüken Yayınları / Şehir Kitapları Dizisi
- 1.
Basım: Mart 2014
Kapak
Tasarımı: Zafer Yılmaz
- 316 sayfa
Kitaptan Alıntılar;
* Bilhassa IV.
Murad zamanında Kadıköyü, artık sarayları, bağ ve bahçeleriyle meşhur olmuştur.
Evliya Çelebi, Seyahatname'sinde, o tarihte Kadıköy'de altı yüz kadar bağ
bulunduğunu yazmaktadır. Yeldeğirmeni'ndeki büyük saraylar, yeldeğirmenleri,
İstanbul'un diğer semtlerinin sakinlerini bu bağlar diyarına çeker. Bu dönem
itibariyle, merkezde çoğu balıkçılıkla uğraşan Rumlar, daha içeride ise tarımla
uğraşan Türk köyleri, Merdivenköy, Göztepe ve Erenköy yer alır.
* ... eskiden bu
mevsimlerde Kuşdili ve Yoğurtçu çayırlarında otlar adam boyu yükselirdi. Komik
Abdi ve Hasan Efendilerin tiyatroları bile buralarda idi. ... Biricik evliyamız
Mahmud Baba bile Kuşdili'nin kenarında yatar.
* Eskiden rıhtım
boydan boya denizdi ve yürüdüğümüz yerler, bir zamanlar Kumluk diye bilinirdi.
20. yy.'ın başındaki rıhtımı, Sermet Muhtar Alus şöyle aktarır:
'Kadıköyü'nün kumluğu daha doldurulmamış ve (rıhtım) ortada
yok. Deniz, şimdiki Belediye Dairesi'nin çok gerisinde, kısa duvarlı sıra
evlerin önünde şıpır şıpır...'
* Kadıköy Haldun
Taner Sahnesi- Döneminde (1927) o kadar özenle inşa edilen bina, kiracı
bulunamadığı için, 1937'ye kadar boş kalmış, bir ara otogar olarak işletilmesi
düşünülmüş, 1940'lardan 1970'lere kadar ise Anadolu yakasının sebze ve meyve
hali olarak kullanılmıştır. 1983'ten sonra konservatuar olarak kullanılmaya
başlanmıştır. Şimdilerde konservatuar ve tiyatro sahnesinin de buradan
taşınması gündemdedir.
* Kadıköy Yanyalı
Fehmi Lokantası. Lokanta, bugün halen Fehmi Sönmezler'in varislerince
işletilmekte, eski hassasiyet ve zevkini özenle muhafaza etmektedir.
* Altıyol'un, bir
zamanların bir 'sınır taşı' olduğunu hatırlamak insanda garip bir duygu
bırakır. Zira Altıyol'un o yıllarda Kadıköy'ün sonu olduğunu hayal etmek,
bugünün insanı için hiç de kolay değildir. Oysa A. Ragıp Akyavaş, bir hatıratında,
Altıyol'un 19. yy. sonu tarihine ilişkin olarak şunları yazar:
'Vaktiyle buraları boş, hali arazi iken Kıpti'ler tarafından
işgal olunduğundan dolayı Çingeneboğazı demişler. Köy'ün ihtiyarları, sular
karardıktan sonra Altıyol'dan öteye gidemezdik derlerdi. '
* Boğa Heykeli-
Heykel, ünlü Fransız heykeltıraş İsidra Jules Bonheur'un eseridir. 1864'te
yapılmıştır ve bir yıl sonra da Paris'te sergilenmiştir. Heykel, işin bu tarafı
pek çok kişice bilinmese de, aslen Fransız milli gücünün bir timsalidir ve bu
bağlamda 'milliyetçi bir ideolojiye' de açılır. Sultan Abdülaziz, o yıllarda
çıktığı bir Paris seyahatinde bu heykeli görür ve çok beğenerek iki adet
sipariş verir. Heykellerden birini Yıldız Sarayı, diğerini ise Beylerbeyi
Sarayı için istemiş... ...1953'e gelindiğinde, Yıldız Sarayı'ndan alınarak, o
yıllarda Harbiye taraflarına inşa edilen Hilton Oteli ile Spor ve Sergi Sarayı
arasında kalan mevkie yerleştirilir. Bu şekilde bir anlamda 'halka açılır'. Bir
süre sonra Taksim Gezi Parkı'na taşınır.1969'da ise, Kadıköy'e nakleder, fakat
buradaki ilk yerleşim yeri Eski İskele (Beşiktaş İskelesi) karşısındaki Sokoni
Vakum Benzin İstasyonu'nun yanıdır. Nihayet 1990'larda buradan da alınır ve
bugünkü Altıyol meydanına konur.
* ... (tıpkı
sonun kaçınılmazlığını çok iyi gören, ama yine de yaşamı elinin tersiyle
itemeyen bir kanser hastasının o hem anlaşılabilir hem anlaşılmaz direnciyle
tutunduğum)...
-benzetme çok rahatsız edici geldi...
* Yeldeğirmeni-
... bu mahalle adını -rıhtım kenarında birden yükselen konumuna bağlı olarak-
gerek poyraza gerekse lodosa açıklığı nedeniyle bir zamanlar burada mevcut yel
değirmenlerinden alır. Bu yel değirmenleri, 1774-1789 yılları arasında Sultan
I. Abdülhamid tarafından yaptırılmışlardır.
.... İlk yerleşimler başladığında, daha merkezin dışına tutunabilmiş
Rum ve Ermeni ailelerin bir mahallesi konumundaydı. Bu itibarla, açıkçası,
Kadıköy'ün bir kenar mahallesi ya da banliyösü gibiydi.
... semtte bir kilise, bir cami, bir de sinagog mevcuttu.
* ... çok uzak
bir yaz göçüyordu.
* Sakız Gülü
Sokağı da, Bahariye yoluna açılan sokaklardan biridir. Bugün için inanılması
bile güç belki ama, geniş bahçeli evlerin olduğu bu sokakta herkes gül
yetiştirme tutkusuna sahip olduğundan mayıs ayı gelince gül kokusundan
geçilmezdi bir vakitler. Bu nedenle sokağın adı 'Sakız Gülü Sokağı' olarak
kalmıştır.
Sakız Gülü Sokağı'nın çok bildik gülleri yoksa da artık,
meşhur bir yapısı hala ayaktadır: Reks Sineması. Reks Sineması, yalnız
Bahariye'nin değil, belki de Kadıköy'ün (bugün için bile) en meşhur
sinemasıdır. 1920'lerdeki adı, Apollon Sineması'ydı. Sinemanın ilk sahipleri
İstanbullu Rumlardandır. Adı Mösyö Yordan olan bu İstanbul beyefendisi,
sinemayı sonradan elden çıkarır. Sinema, bir zaman Şirpskin adında bir Rus
Yahudisi tarafından işletilir. 1920'de Afife Jale, ilk kez (o zamanlar tiyatro
vasfı da bulunan) bu sinemada sahneye çıkmıştır. ... sinemanın kapısının
yanında bir Afife Jale büstü izleyicileri selamlamaktadır.
* ... sahil
alanlarının piknik amaçlı kullanılması ... otoban kenarlarında piknik yapmaya
çalışan kişilerin durumunu dahi açıkladığı söylenebilir. Bu, çok eski
tarihlerden beri İstanbul'da var olan 'çayır kültürünün' bugüne olan uzantıları
olsa gerektir. Kağıthane çayırları, Büyükdere çayırı, Beykoz çayırı, Haydarpaşa
çayırı, Fenerbahçe çayırı, -bugün hala adı yaşayan- Uzunçayır ve Kuşdili çayırı...
* İstanbul'un en
gözde üç kuşu, saka, iskete ve floryanın Kurbağalıdere kenarında çok oluşu ve
burayı sesleriyle çınlatışı nedeniyle, kuşbazlar bu bölgeyi mesken edinirler,
kendi kuşlarının seslerini burada ötüşen kuşların sesleriyle terbiye etmeye
çalışırlardı. Bu nedenle de, bölge zamanla Kuşdili adını almıştı.
* 18. ve 19.
yy.'larda Kurbağalıdere, bir mesire, bir seyir ve de bir mehtabiye mekanı idi. Mehtaplı
gecelerde Kalamış'tan kayıklarla Kurbağalıdere'ye girilerek sazlı sözlü
eğlenceler düzenlenir; bu eğlenceler, bazı yaz geceleri Hasanpaşa'da
sandallardan inilip yürüyerek çıkılan Fikirtepe'deki bir kır gazinosunda devam
ettirilirdi.
* Fenerbahçe
Stadı- Gerekli paranın bir bölümü Atatürk tarafından karşılanır.
* Kadıköy Saint
Joseph Lisesi'nin Türkçe öğretmeni Enver Bey ilk adımı atar. Takımın adını ve
renklerini belirleyen de, yine Enver Bey'dir. 'Fenerbahçe' adını, dillerde uzun
süre yaşayacağı düşüncesiyle belirler ve forma rengi olarak da papatya
renklerini tercih eder. 'Sarı-beyazlı bir bahar takımı', böylece doğmuş olur.
1910'a gelindiğindeyse, takımda sol açık oynayan Topuz
Hikmet tarafından kulübün logosu çizilecek ve renkleri de sarı beyazdan, sarı
laciverde çevrilecektir.
* Cengiz Topel-
Aslen Trabzonlu bir aileye mensup olup 1934'te İzmit'te doğan Cengiz Topel, bir
savaş pilotudur. 1964'te bir Kıbrıs Harekatı sırasında, uçağı düşürülmüş,
paraşütle atladığı halde, esir alınarak işkence ile öldürülmüştür.
* Feneryolu'ndaki
Gazi Muhtarpaşa Caddesi'ne gelince, burası tam manasıyla bir köşkler yatağıydı.
Feneryolu'nun belki en ünlü siması Gazi Ahmet Muhtar Paşa,
Sultan II. Abdülhamid döneminin çok önemli bir devlet adamıydı.
* ... bugünkü
Marmara Üniversitesi Kampüsü'nün karşısında kalan meşhur sadrazam Gazi Ahmet
Muhtar Paşa'nın Bağı vardı ki, o yıllarda yetiştirdiği üzümleri epey nam
salmıştı.
* Caddebostan-
Cadı Bostanı, bu adın ortaya çıkışını Eser Tutel, şöyle aktarıyordu:
'O yıllarda Selamiçeşme ve daha ötesi tenha ve hayli de
tehlikeli yerler... Zaman zaman soygunlar yapılır, bu arada adam öldürüldüğü
bile olurmuş... Geceleri burada haydutların, haramilerin cirit atmalarına hiç
şaşmamak gerek... Nitekim Caddebostan'ın adı, o taraflardaki tenha bostanlarda
geceleri gelip geçenlerin soyulmasından ötürü önce Cadı Bostanı'na çıkmış da
olsa, sonra bu ad halkın ağzında Caddebostanı olmuş derler.'
* Suadiye, yalnız
suçlu avına çıkılan bir yer olmayıp, avcıların da pek rağbet ettiği, yaban
hayvanlarının bulunduğu, aynı zamanda hayvancılık ve hayvan besiciliğinin de
yapıldığı bir yerdi.
Alus'un hatıratında, Suadiye'nin eski günlerine ait tabloyu
geniş bir perspektifte görmek olasıdır: domuz çiftlikleri, yaban hayvanları
peşinde koşan avcılar, ekilmemiş geniş araziler, çalı ve ağaçlıkların arasına
gizlenen tütün kaçakçıları...
* Sermet Muhtar
Alus, 20. yy'ın başındaki Bağdat Caddesi'ni şöyle betimler:
'O ne mene caddeydi, bilenler bilir. Kambur kambur, toz
duman, çamur batak... Bugünkü çeşit çeşit, kübik kübik, baklava oda, nohut sofa
köşklerin yerleri kır, tarla, dağ başı...'
'Bağdat Caddesi' denilen şimdiki asfalt yolun hali de
Allahlıktı. Caddednin fecaatine öküz arabaları bile tahammül edemez, sapacak
kestirme yol ararlardı.
Haldun Hürel'in birkaç on yıl sonrasına ilişkin anılarında
da cadenin görünümü çok fazla değişmiş değildir:
'Bağdat Caddesi, doğuda Şaşkınbakkal'a dek toprak bir yoldu
ve üstelik tümsek tümsekti. Üzerinde gezinen tramvay için herhangi bir
'düzeltme' yapılmadığından, insanların bu yolculukta içleri dışlarına çıkardı.
Bu sevimli tramvay vagonları, neredeyse rayların yanı başlarındaki evlere
sürtünerek ilerlerlerdi. Bir 'masal' sanki!..'
^-^
KEDİLER ^-^
* Suadiye Camii
avlusunda kargaları izleyen kedi
* ... Acıbadem'de
köşkün bahçesinde beslediği kedilerle adı 'Kedili Kadın'a çıkan çok yaşlı bir
kadın, köşkün yıkılmasına dürenmiş; ne var ki ölümünü takiben, varislerinin ilk
işi köşkü yıktırmak olmuştur. Bununla beraber, ilginç olan, köşkün yerine
yapılan apartmanlardan birinde bir kadının 'dairede cinler ve periler olduğu'
gerekçesiyle zaman içinde tuhaf serzenişler ortaya koymasıdır.
Bu, 'Kedili Kadın'ın, köşkün yıkılmış olmasından azap duyan
ruhunun eseri midir acaba?
* Sf/ 37
... Baylan Pastenesi'nin.
* Sf/ 100
... taşlarını pişmalıklarla
ördüğü...
* Sf/ 200
... şüpheliler lisetesine...
* Sf/ 208
... Galip ve Zihni Paşalar'dı.
... Galib Paşa...
* Sf/ 232
... o zamanki ismi Bolbedros olan ağaçlıklı mahalle ayak basılırdı.
* Sf/ 243
Bügünkü...
Ağustos 2016
Yazar Hakkında Bilgi= Tamer Kütükçü, İstanbul'da doğdu. Orta
öğrenimini Bakırköy Lisesi (1990) ile İstanbul Maçka Teknik Lisesi'nde (1992)
tamamladıktan sonra Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden
mezun oldu. (1998) Aynı üniversitenin aynı bölümünde yüksek lisans ve doktoraya
devam etti. Lise yıllarında Figen Haceroğlu'dan, üniversite yıllarında ise
Gönül Paçacı'dan özel olarak Türk müziği dersleri aldı. Bir yandan da Murathan
Mungan'ın üniversitede bir yıla mahsus olarak verdiği "yaratıcı
yazım" dersine katıldı. Türk edebiyatı ve Türk müziği, ilgi alanlarının
başlıcalarıdır. Varlık, Virgül, Kitap-lık, Türk Dili, Türk Edebiyatı,
Türklük Bilgisi Araştırmaları, Edebiyat ve Eleştiri, Hürriyet Gösteri, Roman
Kahramanları, Eşik Cini gibi süreli yayınlarda yayımlanmış çeşitli
eleştiri ve inceleme yazılarının yanı sıra, kitaplaşmış kimi çalışmaları ve
kimi ödülleri mevcuttur. 2000–2003 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde araştırma görevlisi olarak çalıştıktan sonra,
oradan ayrılmıştır ve yaklaşık on yıldır Sabancı Üniversitesi'nde "Türk
Dili ve Edebiyatı" dalı öğretim görevlisi olarak görev yapmaktadır.
ARKA KAPAK –
"Kaybolan Selamiçeşme'de unutulmaz simalar vardı ki, bunlardan biri Şişman Yanko idi. Asıl adı Yanko Ananyadis'ti. Tuhafiye işi ile uğraşırdı. Her türlü yünlü, peştamal, Amerikan bezi, ama ille de Selanik işi yünlü fanilalar satardı. Evinin bahçesinde o da üzümler yetiştirir, Rumların pek çoğu gibi, bunları satmaz, şarap yapardı. 1930'da Yanko Yunanistan'ın yolunu tuttu. Köşkün yeni yaşamı, Tevfik Sabuncu Bey ailesine açılıyordu. Ne var ki, bu ailenin yaşantısı Yanko'nunki kadar keyifle örülü olamadı. Tevfik Bey'in oğlu Orhan gırtlak tüberkülozundan dayanılmaz acılar çekiyordu ve hemen hemen hiçbir şeyi yiyemiyordu. Evin tüm neşesi sönüktü. Hatta rivayet olunur ki, bir bayram günü bahçenin cadde tarafındaki avlusuna her vakitki mahzunluğuyla oturmuş ve "ah!" demişti, "kurbanda kavurmalar mis gibi kokar, hiç olmazsa bir iki lokma yiyebilseydim…" Orhan, aynı yıl köşkün bahçesine de, bu dünyaya da veda edecekti…""Kızıltoprak'a giderken, Kadıköy İstanbul Anadolu Lisesi'nin bulunduğu yere yakın, semtin bu cümbüşlü, dünyevi havasıyla iç içe, bir dergâh yer alırdı: Mecidiye Dergâhı. Avlusu kırmızı tuğladan bir yapıydı. Bahçe kapısının iki tarafında birer çeşme vardı. Bahçede ulu ağaçlar olmayıp, erik, armut, ayva ağaçları gelişigüzel dağılmışlardı. Bahçenin ilerisinde küçük bir de mezarlık mevcuttu. 1925'te tekkeler kanununca kapatıldıktan sonra, Mecidiye Dergâhı iyice bakımsız bir hal aldı. Önce mezarlık sökülüp yerine bir apartman dikildi. Bu apartmanın üçüncü katında oturan Mecidiye Dergâhı'nın son şeyhi Yusuf Fahri Baba (12.01.1891 - 12.12.1967), 1965 yılı itibariyle damı çökmüş haldeki dergâhı seyreder ve "O da bizim gibi çöküyor" derdi. Bugün dergâhtan geriye hiçbir şey kalmadı…"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder