15 Ocak 2017 Pazar

Aşkın Sonu Cinayettir - Pınar Kür İle Hayat ve Edebiyat / Mine Söğüt

Farklı yönleriyle Pınar Kür'ü tanımak adına harika bir söyleşi kitabı. Pınar Kür'ü kendi anlatımından daha iyi nasıl tanıyabiliriz... 
Hem hayata bakışını hem de edebiyata yaklaşımını öğreniyorsunuz. Son derece samimi ve açık bir şekilde soruları cevaplamış. 
Kitaplarının oluşum sürecini, eserlerinin başına gelenleri, okul yaşamını, özel yaşamını kısaca Pınar Kür'ü okuyorsunuz.
Söyleşiyi yapanın da Mine Söğüt olması tabiri caizse ballı kaymak olmuş:)
Kitap fotoğraflarla da desteklenmiş ki bu benim genelde çok sevdiğim bir ayrıntıdır.
Benim nacizane fikrim Pınar Kür'ün kitaplarını okuduktan sonra bu söyleşi kitabını okumanız daha uygun olur. Çünkü okuduğunuz kitaplar hakkında detayları öğrenmek daha heyecan verici... Ayrıca okumadığınız kitapların can alıcı yerlerini okumuş olmazsınız:) Mesela Bitmeyen Aşk'ın sonunu söylemiş bir cümleyle. Tabii ki koca kitabın sonunu öğrenmek kitabın sonu demek değil:), tüm kitap boyunca anlatılan konu, aktarılmak istenen mesaj, kurgu, teknik önemli ama yine de heyecanı kaçsın istemezdim ben. Çok şükür ki okumuştum kitabı.


Pınar Kür paylaşımlarım için:

Bir Cinayet Romanı - Pınar Kür



Mine Söğüt paylaşımlarım için:

Deli Kadın Hikayeleri - Mine Söğüt 



Okuma halleri fotoğraflarıma bakmak isterseniz:


AŞKIN SONU CİNAYETTİR
PINAR KÜR İLE HAYAT VE EDEBİYAT
Yazarı: Pınar KÜR
Türü: Söyleşi
Söyleşi: Mine SÖĞÜT
Yayın Hakları: Can Yayınları
-   1. basım: Everest Yayınları, 2006
Can Yayınları'nda 1. basım: Eylül 2016, İstanbul (2000 adet)      
Kapak Tasarımı: Utku Lomlu / Lom Creative (www.lom.com.tr)
-   414 sayfa


 Kitaptan Alıntılar;

        * Annem hep Nazım Hikmetler, Sait Faikler, Ahmet Hamdi Tanpınarlar okutuyordu bize.

        * Fellini'nin Sekiz Buçuk'u beni en çok etkileyen filmdi. Her gördüğümde yeni bir şey keşfederim o filmde.

        * Brigitte Bardot- O hayvanları koruma falan, yalan. Bir zamanlar çinçila kürk giyiyordu!

        * Bir gün resimlerine bakmak için Anouk Aimee gelmiş ve benim oturduğum masada oturmuş, bütün ajans çalışanları ben zannederek onunla konuşmaya başlamış. ... demek oluyor ki, benim Anouk Aimee'ye benzerliğim var! Yıllar sonra gene bir Anouk Aimee lafı geçti, ben bu olayı anlattım, o sırada odada bulunan kişilerden biri de Orhan Pamuk'tu, 'Aa?' yaptı, inanılmaz bir şaşkınlık gösterdi! Onu daha o zaman gözüm tutmamıştı!

        * Asılacak Kadın'ı Memet Fuat'a, De Yayınları'na gönderdim.
         Hiç cevap gelmedi. Ben de anneme yazdım... ... annem de kalkmış gitmiş, 'Böyle böyle bir dosya geldi mi size Paris'ten, diye sormuş.
         Annenizle tanışıyorlar mı?
         Hayır ama o annemi biliyor, hatta, 'Yaşamak diye bir şiir kitabınız var değil mi sizin,' diyor. Fakat annem benim dosyayı sorunca terslik yapmış. 'Gelen her şeyi okuyacak halim yok ya,' demiş. Annem, 'Paris'ten geldi, belki dikkatinizi çekmiştir,' deyince, dosya bulunmuş ve Memet Fuat dosyaya bakmadan, 'Alın götürün bunu, ilgilenmiyorum,' demiş.

        * Bir fıkra vardır, bilir misin? Oğluna söz geçirmeyen bir anne, İtalyan'sa eğer, 'Dediğimi yapmazsan seni öldürürüm,' der; Yahudiyse, 'Kendimi öldürürüm,' der; Türk'se 'Akşam baban eve gelsin, seni öldürür,' der.

        * ... Cüneyt Gökçer şöyle demişti: '... ben gençliğimde Nazım Hikmet'e şöyle hayrandım, böyle hayrandım...' Anlattığı da, İpek Film Stüdyoları'nda karşılaşmışlar, Nazım Hikmet sahte isimle senaryolar yazıyor, 'İnanın Pınar Hanım, bir genç kızın bir aktöre aşık olacağı gibi hayranlıkla bakmıştım,' gibi laflar etmişti.

        * Yarın Yarın'ı 1974 yılının sonunda bitirdim. Önce E Yayınları'na gittim. ... 'Biz 12 Mart'la ilgili roman basmak istemiyoruz, sevmiyoruz bu konuları' dendi.
         Bozuldum tabii... E Yayınevi belki daha çok çeviri basıyordu, ama yerli yazar da basıyorlardı. Benimkiyle aynı zamanda gelen başka bir romanı bastılar Gurbet Yavrum diye, galiba on beş tane satmıştır!
Gurbet Yavrum - Aysel Özakın

        * ... Sırtlan Payı'nı aldım. O akşam başladım okumaya, ertesi gün otobüste İstanbul'a dönerken elimden düşmedi. Okudukça benim içime biraz umut doğdu. ... benim romanımı hakikaten değerlendirecek bir yazar olduğu belli. Dili çok güzel bir kere, git gel, tekrar altını çizip okuyacak şeyler var. Bugün bile hatırlarım 'vapurun ışığı odanın içinde soyut bir yılan gibi dolaştı' diye bir laf mesela... Çok güzel imgeler, imajlar da var. Kitabı çok beğendim ve anladım, bu benim tipim bir yazar.

        * Bir Cinayet Romanı, Sonuncu Sonbahar hakkında çok az yazı çıktı.
         Bana sorarsan Bir Cinayet Romanı en özgün romanımdır.

        * Cemal Süreya bir yazısında 'Ferit Edgü'de Fransız, Pınar Kür'de Amerikan edebiyatının etkileri var,' demiş. Buna katılıyor musunuz?
         Olsa bile Cemal Süreya bunu bilemez. O Amerikan romanını nereden biliyor?

        * Asılacak Kadın- Annemin evinde, kocaman bir bavulun içinde bir sürü resim var. Aralarından, asılmış bir kadının fotoğrafı çıktı. Boynu eğilmiş, dili dışarı çıkmış, korkun bir resim. Şok geçirdim. ... Teyzem biliyormuş. Ona sordum, Kırklareli'nde köyde bir adam kimsesiz bir kızı alıyor ve onu erkeklere peşkeş çekiyor. Sonra köydeki çocuklardan biri kıza aşık olup adamı tarlada vuruyor. Ardından da cesedi evin içine birlikte saklıyorlar. Dava açılıyor, bütün köy gelip şahitlik yapıyor, adamın ne mal olduğunu anlatıyorlar ama nafile. ... 1930'lar ve bütün tanıklara rağmen kıza idam cezası veriyorlar.
         ... Önce oyun olarak yazdım, olmadı. Ben köy insanını yazamayacağımı anladım, bari bildiğim dünyaya çekeyim olayı, dedim.

        * Okuyorum tabii, Füruzan'ı da, Tomris'i de okuyorum, Selim'i de okuyorum ve açıkça söyleyeyim kendimi daha çok beğeniyorum. Saklamak gereksiz. Herhalde onlar da kendilerini beğeniyorlardır benden çok.

        * Yıllar sonra, hem Asılacak Kadın yasaklanmış hem Bitmeyen Aşk, o dönemde, Yazarlar Sendikası bana destek çıkmadı. Ben de bir genel kurul toplantısında bir konuşma yaptım, 'Bu ne biçim sendika,' diye. Salonda oturan Aziz Nesin (galiba o sırada sendika başkanıydı), 'Sen de yazmasaydın öyle,' diye bağırdı bana! Dolayısıyla Muzır Kurulu'nun ötesinde edebiyat çevresinin de eksileri vardı o dönem.

        * ... sinema daha yalınkat bir biçim olduğu için, katman katman aktaramıyorsun ve karakterlerin analizi o kadar iyi olmuyor. Mesela orta halli bir kitabın çok iyi film olduğunu gördüm ben. Atları da Vururlar, şahane bir kitap değildir ama çok iyi bir film olmuştur.

        * Yarın Yarın... Dediğim gibi neticede o çok kötü bir film oldu. Televizyonlarda gösterildiğinde çok üzülüyorum çünkü kitaptan da çalıyor. Kitabı okumamış birisi şöyle dedi: 'Filmin oynayacağını duyunca hemen oturdum, sonuna kadar seyrettim; sonra Allah Allah, Pınar Hanım bunu nasıl yazmış, diye şaşırdım! Ben, 'Nasıl olsa kitap burada duruyor, gerçek değerinden kimse çalamaz,' diyorum ama bir sürü insan filmi görüp kitabı okumaya gerek duymuyor.

        * Hani Bitmeyen Aşk'ta aşkın mekanizmasını ortaya çıkarmıştım ya, şimdi de cinayet aracılığıyla romanın mekanizmasını çözmek istedim... (Bir Cinayet Romanı)

        * Bitmeyen Aşk yayımlandı ve ben yirmi beş sene sonra ilk defa yeniden Amerika'ya gittim. Döndüm ikinci baskısı yapıldı ve üç ay sonra da yasaklandı. İkisinin arasında adamın biri (Burhan Günel) çıktı, 'Bu roman benden çalınma,' dedi. Peki beyefendi sizin romanınız nerede? Cevap,'Daha yayımlanmadı. Ben böyle bir kitap yazdım. Bunu Yazko'ya götürdüm. Onlar benim kitabımı basmadılar geri verdiler. Sonra Pınar Kür Bitmeyen Aşk'ı yazdı. Benim kitabımdan çalıntı!' Böyle bir iddia. Gazeteciler beni aradı. Böyle bir iddia var diye. Ben Yazko'dan zaten çoktan ayrılmışım, romanım Can'da yayımlandı. O adamın kitabını nereden göreceğim? Ben de dedim ki telefon eden gazeteciye, 'Bakın bu adam sabıkalıdır. Daha önce de Adalet Ağaoğlu'na bir iftirada bulunmuştu. Onun Bir Düğün Gecesi adlı romanı Aldous Huxley'in Ses Sese Karşı romanından çalıntıdır, diye. O zaman epey bir patırtı kopmuştur. Ona gene lütfetmiş, adam gibi bir yazardan çaldığını iddia etmiş, ben adı sanı bilinmeyen adamdan ne çalacağım? Şizofren midir nedir!' dedim. Ve adam, 'Bana sabıkalı ve şizofren dedi,' diyerek hakaret davası açtı. Sonra onun kitabı çıktı. Işılar aldı, baktı, dört beş sayfadan fazla okumaya tahammül edememiş, 'Bir şeye benzemiyor' dedi. Zaten benim kitabıma benzemesine imkan yok. O benden çalmış bile denemez. O kadar farklı.
         Bu bir kitap daha yazdı, iki kitap arasındaki benzerlikler gibi bir şey. Ne yapmış biliyor musun, benim kitabımda çocuk lafı geçen bütün cümleleri almış, kendi kitabında çocuk lafı geçen bütün cümleleri de almış alt alta yazmış. Sonra aynı şekilde içinde ağaç geçen cümleler, yok ağaç içinde aşk geçen cümleler, falan... Önce benim kitabımdakiler, sonra onun kitabındakiler... Böyle saçma sapan bir şey işte.
         ... Bu arada ben bir hakaret davası kaybettim.
(http://www.cumhuriyetarsivi.com/katalog/192/sayfa/1988/11/5/6.xhtml)

        * Eski kitaplarımdan birini alıp okuyayım dediğim zaman okuyabildiğim tek kitap Bir Cinayet Romanı'dır! Pek severim onu. Oturup kendi yazdığımı gülerek okuyorum. Sonuncu Sonbahar'ı onun devamı olarak yazdım, ama tabii aynı çarpıcılıkta bir ritim yakalamak çok zor.

        * ... derin bir depresyon dönemine girdim. Kim söyledi onu bana hatırlamıyorum, yatağın içinden yere bakıp, 'Burası çok yüksek bir uçurum, ben buradan nasıl ineceğim,' diye düşünürmüş kimi zaman. Ben o noktaya gelmedim tam olarak; çünkü çalışmaya devam ediyordum, seyahatlere çıkıyordum ve hayat belli bir seviyede devam ediyordu.

        * ... psikolog arkadaşım Emre Konuk, bana bir formül verdi: 'Ne zaman sigara içmek istersen kalk oturduğun yerden, tuvalete git orada ya da başka bir mekanda iç,' dedi; hakikaten de başka yere gidince tadı kalmıyor.

        * Gümüşlük... Ben ilk gittiğimde 1972 idi galiba, tek bir lokanta ve kumsalda bir-iki ev vardı. Elektriği, suyu ve yolu yoktu. Daha sonraki yıllarda Torba'ya Türkbükü'ne gitmiştik oraların da yolu yoktu. Bu dediğim 1978... Gölköy'den koyları dolaşmak için motor kiraladık Türkbükü'ne geldik. Hiç ev yok kıyıda, bir tek köy kahvesi var. Çok beğendik orayı. 'Burada kalalım,' dedik. Soruşturduk kimse var mı orada diye, 'Mandalina bahçelerinin orada Selahattin Ağabey var, orada oturuyor, yazıyor,' dediler. Gittik baktık, Selahattin Hilav'ı mandalinaların altında tıkır tıkır yazarken bulduk. Türkbükü'nü çok sevdik Selahattin'in evi küçük kalamayız, neyse Osman Çavuş diye birinin evine gittik, yer yatakları serildi. ... Ama iki sene sonra gittiğimizde bir baktık ki yerler açılmaya, kalabalıklaşmaya başlamış.

        * Mesela Jean Rhys'ı çok sevdiğim için, onun kitaplarını çevirdiğim zaman, 'Türkçesi özgün dilinden daha iyi,' diyenler bile çıktı!


^-^ KEDİLER ^-^

        * ... söyleşilerimizi kucağımızda mırıl mırıl uyuyan ikisi bembeyaz, biri sarı beyaz üç kedinin refakatinde, hep evde yaptık.

        * Annem kedileri, aslında hiçbir hayvanı sevmez. ... Ama sizinkine bayıldı. Neredeyse bizim olsun diye kandıracaktım. Sonra sizin kediniz olduğunu öğrenince çok kızdı ama.

        * Sf/ 276, 277

        * Kedi olalı bir fare yakaladım!


- Yazım-Basım Hataları-

        * Sf/ 167
         ... veriyodum...

        * Sf/ 216
         ... iki tane klavuzu vardı...

        * Sf/ 302
         ... yemedi, içmedi Sabah'a. telefon etti...

        * Sf/ 355
         Önce benim kitabımdakiler, sonra onun kitabımdakiler...

       * Söyleşinin soru kısımları soluk basılmış.
         Ve kimi yerlerde sayfanın tam sonunda mesela bir satırlık soruyu basmışlar.


                                                                                     Aralık 2016




ARKA KAPAK –

Mine Söğüt'ün Pınar Kür ile yaptığı uzun sohbetin kitabı Aşkın Sonu Cinayettir, bir kadın yazarın dünyasına bir başka kadın yazarın rehberliğinde yapılan bir ziyaret.

"Aşkın o zamanki tanımı neydi sizin için?"

"İnsan gençken aşkın tanımını yapmayı düşünmüyor ki, yaşıyor sadece ve biraz aptalca. Aşkın tanımını yapmak için onu birkaç kez yaşamak, yaşın da kırka gelmesi gerekiyor galiba.Gençken derin sandığın duygular aslında epeyce yüzeysel. Olanakların sınırsız, vaktin sonsuz sanıyorsun... Daha doğrusu pek düşünmüyorsun, hayatın bir sürü son içerdiğini aklına getirmiyorsun.

Gene de, o zaman bilincinde değildim tabii, ileriki yıllarda yaptığım analizler sonucu anladım ki, aşk benim için her zaman mutluluktan çok mutsuzluğu içermiş.En mutlu olduğumu sandığım anlarda hep mutsuzluğu beklemişim.Son diye bir şeyi aklıma getirmediğim zaman bile bilinçaltımda bir yerde hazırlanıyormuşum sona. Bitmeyen aşk yok yani, ama bunu sonra konuşuruz."


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder